Etkinlikler
____________________
25 Şubat 2024 / Pazar
Atatürkçü Düşünce Derneği Hamburg yeni yönetim kurulunun daveti üzerine üyeler, güzel bir Pazar kahvaltısında bir araya geldiler.
Foto galeri:
Diğer fotoğraflara 'facebook' sayfamızdan ulaşabilirsiniz:
https://www.facebook.com/add1923/
____________________
10 Kasım 2023 / Cuma
Atatürkçü Düşünce Derneği Hamburg Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk‘ü 10 Kasım’da “Liman İnterkultureller Seniorentreff” salonunda andı. Anma törenine Muavin konsolos Mehmet Macit de katıldı.
http://gazetem.eu/add-hamburgda-ataturku-andi/
Foto galeri:
Fotoğraflar: Salih Kartal
ADD Hamburg Başkanı Mehmet Serdar Temur'un
"10 Kasım Atatürk’ü Anma konuşması"
Liman Interkultureller Seniorentreff, Steinfeldstr. 6, 22119 Hamburg
Sayın Başkonsolos Yardımcımız Mehmet Macit Bey,
Değerli Arkadaşlar,
Değerli Üyelerimiz,
bu 10 Kasım akşamında, burada saat 19:05’te Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, büyük devrimci Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anmak için toplanmış bulunuyoruz. Başkan Sayın Ural Kundak beye, bizleri burada ağırlayan Liman Derneği’ne Atatürkçü Düşünce Derneği Hamburg olarak candan teşekkür ederiz.
Yüz yıl önce 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan edildi. Atatürk, Meclis tarafından oybirliği ile cumhurbaşkanı seçildi. Hemen ertesi gün, 30 Ekim 1923’te İsmet İnönü'ye kendisini Başbakan olarak düşündüğünü belirttikten sonra şöyle yazdı.
“Sevgili Paşam! ...
... Bizi yine büyük bir savaş bekliyor.
... Ben sana şimdi bildiğinden daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu ve hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz.
Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız yok denecek kadar az. 4.000 kilometre kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz. Ülkenin Kuzeyini Güneyine, Batısını Doğusuna bağlamamız, vatanın bütünlüğünü sağlamamız şart. Denizciliğimiz acınacak durumda.
Köylümüzü topraklandırmalı, ihtiyacı olana bir çift öküz ile bir saban vererek (onları) çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni Cumhuriyetle de, insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz.
Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136. Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. (Gözleri kör eden bulaşıcı bir hastalık.) Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit ciddi sorun.
Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı % 60'ı geçiyor. Nüfusun % 80'i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe.
Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik yalnız İstanbul ve İzmir'in bazı semtlerinde var.
Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114.408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor.
... İktisadi hayatımız da, eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz.
... Oysa Cumhuriyet'in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz.
... Bütçemiz, gelirimiz yetersiz.
... Hedefimiz milli iktisat.
Bağımsızlığın sürekli olması için iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı.
... Cumhuriyete uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney.
Ama yılmamak, ucuz ve geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak ve bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.
Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi, yolu birlikte arayıp bulacağız.
Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği kutsal bir görev bu.
Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun!
Gazi Mustafa Kemal.” (1)
“... kısacası çağdaşlaşmak ve bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız.” demişti Gazi Mustafa Kemal ve bu hedefi çok kısa zamanda, çok büyük oranda başardı.
1920’ler Anadolu’sunda demokrasinin adını bile bilen yoktu. (2)
1920’ler Anadolu’sunda ulus da yoktu, kendilerini önceden yöneten (Osmanlı, Selçuklu, Karamanlı gibi) hanedanların adlarıyla anılan bir halk yığışımı vardı.
Türkiye’nin bugün de içinden geçtiği sorunları, zorlukları aşması ancak Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin kurucu değerlerine, kurucu felsefesine sadık kalmakla mümkündür.
Atatürk demek; Kurtuluş demektir. O’nun “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” sözüyle özetlenen Türk ulusal kimliği demektir. Milli egemenliğe dayalı uygar bir devlet demektir. Türkçe demektir.
Anti emperyalizm, siyasi, iktisadi, askeri, hukuki, kültürel tam bağımsızlık demektir. Uniter yapı demektir. “Yurtta barış, dünyada barış” demektir.
Kul değil, yurttaş olmak, fırsat eşitliği demektir. Atatürk demek; Çağdaş devrimler demektir. Laik yaşam biçimi demektir. Din ve vicdan özgürlüğü demektir.
Kendi özünü kaybetmeden çağdaşlaşmak demektir. Uygar dünyanın içinde olmak demektir. Kültür demektir. Sanat demektir.
Onurlu ve insanca yaşam demektir. Özgür düşünce demektir. Yetkin birey olmak demektir.
Nasıl yetkin birey olunur? Daha 18’inci yüzyılda Immanuel Kant’ın dediği gibi: “Kişinin başkasının aklıyla değil, ancak kendi aklını kullanma cesareti göstermesiyle” mümkün olabilir.
“Kişinin kendi aklını kullanma cesaretini göstermesi” de ancak sorgulayan, akılcı ve bilimsel düşünceyi rehber edinmesiyle mümkündür.
Atatürk demek; Toplum ve devlet düzeninin akla ve bilime dayalı olması demektir.
Kadın erkek eşitliği demektir. Atatürk demek; Türk Aydınlanması demektir.
Atatürk’e göre; “Umutsuz durum yoktur. Umutsuz insanlar vardır.”
Ahmet Taner Kışlalı’nin sözleriyle: ”Kemalizm, geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.”
Atatürkçü Düşünce Derneği Hamburg olarak çağdaş uygarlık yolumuzu aydınlatan Ata’mızı sonsuz minnet, şükran ve saygı ile anıyoruz.
------------------------------------------------------------------------
(1) Yüksek mimar Eriş Ülger'in “Atatürk Milliyetçiliği” isimli kitabından. (Parola Yayınları.) http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/emin-colasan/ataturkun-ismet-pasaya-mektubu-1475881/ Atatürk’ün İsmet Paşa’ya mektubu / Emin Çölaşan / 29 Ekim 2016
(2) Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Milli Egemenlik ve Demokrasi Kurultayı, TBMM Ankara 20-21 Nisan 1995
____________________
30 Ekim 2023 / Pazartesi
Atatürkçü Düşünce Derneği Hamburg’un düzenlediği Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunun 100’üncü Yılı Class Hotel salonunda coşkulu bir balo ile kutlandı. Baloya yaklaşık 450 kişi katıldı.
Konuklar arasında Hamburg Başkonsolosu Emine Derya Kara, Hamburg Senatosu Protokol Müdürü Corinna Nienstedt, SPD Grup Başkanı Dirk Kienscherf, CDU Milletvekili Dr. Anke Frieling, Hamburg Eyalet Milletvekili Güngör Yılmaz, Hamburg Türk Toplumu Başkanı Murat Kaplan, Hamburg Hint Toplumu Başkanı Sunny Kapoor, SPD Hamburg üyesi Hakan Demirel, Ali Kazancı, DİTİB Nord Hamburg-Schleswig Eyalet Birliği Başkanı Mehmet Gök, STK Temsilcileri ve Hamburg'un birçok önde gelen isimleri yer aldı. Balonun sunuculuğunu Murat Büyükalp üstlendi.
Foto galeri (1):
(Fotoğraflar: Salih Kartal, Hamburg Gezgini)
Foto galeri (2):
(Fotoğraflar: Salih Kartal, Hamburg Gezgini)
ADD Hamburg Başkanı Mehmet Serdar Temur'un "Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşunun 100’üncü Yılı" konuşması
Türkiye Cumhuriyetinin Kuruluşunun 100’üncü Yılı
Hotel Class, Schlinckstraße 1, 21107 Hamburg
M. Serdar Temur
30 Ekim 2023, Pazartesi
Atatürk’e göre: “Her büyük meydan muharebesinden, her büyük zaferin kazanılmasından sonra yeni bir âlem (dünya) doğmalıdır, doğar; yoksa başlı başına zafer boşa gitmiş bir gayret olur.” (1)
İşte o “yeni âlem” (yani yeni dünya) büyük zaferden sonra, Kurtuluş Savaşından sonra gerçekten doğdu.
Halkını sürü olarak gören, yönetime el koyması için İngiltere’ye yalvaran, Milli Mücadele'ye karşı iç savaş başlatan son Osmanlı Padişahı Vahdettin yaptıklarının hesabını veremeyeceği için işgalcilerin savaş gemisine binip yurttan kaçtı.
Kurtuluş Savaşı sonrası başlayan Lozan görüşmelerinde Batılı Devletler ısrarla Türkiye’nin bir din devleti olarak kalmasını, dinsel hukukun (“çok hukuklu” yapının) devam etmesini istediler. Türk heyeti ise din ile devletin ayrıldığını, soy ve din farkı gözetilmeden ülkedeki herkesin çağdaş temelli “tek hukuk”a bağlı olacağını belirtti. (2)
İmzalanan Lozan Antlaşmasıyla Türkiye istediğini aldı. Osmanlı’nın çok hukuklu, “dinlere göre hukuk” ayrımına son verildi. Türkiye’de herkes için “tek hukuk” kabul edildi. Osmanlı’nın yabancılara ve cemaatlere tanıdığı hukuki ayrıcalıklara (“Kapitülasyon hukuku”na) son verildi. Batı’nın azınlıklar üzerinden Türkiye’yi bölme planı etkisizleştirildi.
Sonuçta 29 Ekim 1923’te tam bağımsız ve üniter Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi.
TC Hamburg Başkonsolosumuz Sayın Emine Derya Kara,
Hamburg Senatosu Protokol Müdürü Sayın Corinna Nienstedt,
Hamburg Senatosunun Değerli Milletvekilleri,
Değerli Konuklarımız,
Değerli Üyelerimiz,
şimdi burada Cumhuriyetimizin 100’üncü yılını kutlamak için toplandık, hoş geldiniz, şeref verdiniz.
Atatürk’e göre: “Demokrasinin tam ve en belirgin hükümet biçimi Cumhuriyettir.“ (3) Demokrasinin hiçbir nesnel koşulu 1920’ler Anadolu’sunda yoktu, adını bile bilen yoktu. (4) Demokratik bir yaşamı sırtlayabilecek yetişmiş insan da yoktu. Eğitim düzeyi yüksek olmayan hiçbir toplumda demokrasi var olamamıştır. 1920’ler Anadolu’sunda okuryazar oranı erkeklerde yüzde 10, kadınlarda binde 4’tür.
Demokrasinin olabilmesi için bir toplumun kentleşmiş, sanayileşmiş olması gerekir, yoksulluğun olmaması gerekir. Demokrasi ile yönetilecek olan bir toplumun önce bir ulus oluşturması gerekir. 1920’lerde, Anadolu’da ulus yoktu, kendilerini yöneten hanedanın adıyla anılan bir halk yığışımı vardı.
Üstelik, Türkiye Cumhuriyeti Avrupa’da ve Dünya’da (demokrasinin değil) faşizmin yükselme devrinde kuruldu.
Başlangıçtan itibaren demokrasi hedefine göre kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti laik, ulus devlet olarak tüm bu yokluklara, tüm bu olumsuz koşullara karşın her türlü zorluğu aşmıştır.
Cumhuriyet, yaşamın, yaşamla ilgili her alanın, yönetim, eğitim, hukuk gibi tüm temel hizmetlerin din kurallarına göre değil, aklın ışığında yürütülmesini hedeflemiştir.
Ülkenin kuruluşunun ve kurtuluşunun temellerinden biri olan laiklik, toplumu inanç temelli farklılıkların çatışmasından korur.
Laikliğin olmadığı yerde halkın egemenliği değil sarayın, halifenin, tarikatların, cemaatlerin egemenliği olur. Laikliğin olmadığı yerde cumhuriyet de olmaz, demokrasi de olmaz.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluş ilkelerine sahip çıktıkça,
Osmanlıdan kalan kadercilikten sıyrılıp, çağdaş bir akılcılıkla, ortaya çıkacak sorunları rahatlıkla aşacak olgunluktadır.
“Bizim Cumhuriyetimiz yalnız bir siyasi yönetim biçimi değildir. Bizim Cumhuriyetimiz aynı zamanda bir yaşam biçimidir.” (5)
“Kemalizm geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.” (6)
Bizler bugün Türk Aydınlanmasının başlangıcını,
“Benim manevi mirasım bilim ve akıldır” diyen Atatürk’ün “en büyük eserim” diye tanımladığı Cumhuriyeti, “en büyük bayramı” kutluyoruz.
Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı kutlu olsun!
M. Serdar Temur
30 Ekim 2023, Pazartesi
--------------------------------------------------------------------------------------
(1) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk'ü Özleyiş, I, 1998, s. 66
(2) Sinan Meydan, Lozan’da ‘laik hukuk’ zaferi, Cumhuriyet, 02 Ağustos 2023
(3) Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Atatürk Araştırma Merkezi, 2010, s. 38
(4) Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Milli Egemenlik ve Demokrasi Kurultayı, TBMM Ankara 20-21 Nisan 1995
(5) Bekir Coşkun, Çocuklara sözümüz var… Hürriyet, 29 Ekim 2008
(6) Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Kemalizm geleceğin öncülüğüdür, Ekonomi dergisinin, ölümünden 10 gün önce Ahmet Taner Kışlalı ile yaptığı söyleşi, Cumhuriyet Bürosu, 31 Ekim 1999
100 Jahre Republik Türkei (Eröffnungsrede)
Hotel Class, Schlinckstraße 1, 21107 Hamburg
M. Serdar Temur
30 Oktober 2023, Montag
„Nach jeder großen Schlacht, nach jedem errungenen großen Sieg muss und wird eine neue Welt geboren werden; andernfalls wäre der Sieg eine Mühe, die ihr Ziel verfehlt hat.“ (1)
Mustafa Kemal Atatürk
Und in der Tat wurde diese „Neue Welt“ nach dem großen Triumph, nach dem Türkischen Unabhängigkeitskrieg, geboren.
Vahdettin, der letzte osmanische Sultan, betrachtete sein Volk als Viehherde. Er flehte England an, die Regierung seines Landes zu übernehmen. Um die nationale Unabhängigkeitsbewegung zu verhindern begann er einen blutigen Krieg gegen sein eigenes Volk. Und um sich der Verantwortung für seine Taten zu entziehen bestieg er letztlich ein Kriegsschiff der Besetzer und floh aus dem Land.
Bei den Verhandlungen in Lausanne, die nach der Befreiung begannen, bestanden die westlichen Staaten darauf, dass die Türkei ein religiöser Staat bleibt und dass das vorhandene Religionsrecht mit „multi-legaler“ Struktur weiter besteht.
Die türkische Delegation erklärte, dass künftig Religion und Staat zu trennen seien. Sie erklärte, dass Jedermann im Land, unabhängig von Rasse oder Religion an ein modernes „einheitliches Recht“ gebunden sein werde. (2)
Mit dem unterzeichneten Vertrag von Lausanne bekam die Türkei, was sie wollte; Das multi-legale Rechtssystem des Osmanischen Reiches, welches nach Religionszugehörigkeit unterschied, wurde aufgehoben. Es wurde das „einheitliche Gesetz“ für Alle in der Türkei eingeführt.
Die rechtlichen Privilegien, die das Osmanische Reich nach dem „Kapitulationsgesetz“ fremden Staatsbürgern und Religiösen Gemeinschaften gewährte, wurden abgeschafft. Der Plan der Westmächte, die Türkei durch Stärkung der Minderheiten zu spalten, ging nicht auf.
Am 29. Oktober 1923 schließlich wurde die vollkommen unabhängige und einheitliche Republik Türkei ausgerufen.
Sehr geehrte Generalkonsulin der Republik Türkiye Frau Emine Derya Kara,
Sehr geehrte Staatsamtsleiterin Frau Corinna Nienstedt,
Sehr geehrte Vertreter der Hamburgischen Bürgerschaft,
Liebe Gäste,
Liebe Mitglieder,
wir haben uns heute versammelt, um den 100. Jahrestag der Republik Türkei zu feiern. Wir fühlen uns geehrt, seien Sie herzlich Willkommen!
Die Demokratie findet laut Atatürk in der Republik ihre ureigene und deutlichste Regierungsform (3) Im Anatolien der 1920er Jahre fanden sich keine objektiven Bedingungen für eine Demokratie, geschweige denn, dass Jemand überhaupt ihren Namen kannte. (4)
Es mangelte an gebildeten Menschen, die in der Lage waren, das Fundament einer demokratischen Gesellschaft zu bilden. Ohne ein hohes Bildungsniveau kann keine Demokratie bestehen.
Nur 10 von 100 Männern und lediglich 4 von 1000 Frauen konnten zu jener Zeit in Anatolien überhaupt Lesen und Schreiben.
Damit Demokratie existieren kann, muss eine Gesellschaft urbanisiert und industrialisiert, die Armut muss bekämpft sein.
Eine Gesellschaft, die demokratisch regiert werden will, muss zuallererst eine Nation bilden. In den 1920’er Jahren nannte sich die Bevölkerung Anatoliens nach der herrschenden Dynastie, dem Haus “Osman”... doch gab es keine Nation.
Zudem wurde die Türkei als Demokratische Republik gegründet, während in Europa und der ganzen Welt der Faschismus aufstieg.
Als säkularer Nationalstaat hat sie trotz aller Mängel und all dieser ungünstigen Bedingungen alle erdenklichen Hindernisse überwunden.
Diese Republik hatte das Ziel, das gesellschaftliche Leben und all seine grundlegenden Organe wie Verwaltung, Bildung und Recht im Geiste der Vernunft und nicht nach religiösen Vorgaben zu regeln.
Als einer der Säulen der Gründung und der Befreiung des Volkes, bewahrt der Säkularismus, die Gesellschaft vor religiös bedingten Konflikten.
Wo es keinen Säkularismus gibt, herrscht nicht die Souveränität des Volkes, sondern die Souveränität des Palastes, des Kalifats, der Orden und der Bruderschaften. Wo es keinen Säkularismus gibt, gibt es keine Republik und keine Demokratie.
Solange die Republik Türkei ihre Gründungsprinzipien verteidigt, hat sie die nötige Reife, sich vom “Osmanischen Schicksalsglauben” loszusagen. Sie ist reif genug, auch künftige Herausforderungen der Nation mit rationalem Verstand und mit Leichtigkeit zu überwinden.
“Unsere Republik ist nicht nur eine politische Regierungsform. Unsere Republik ist zugleich eine Lebensart.” (5) sagt Autor Bekir Coşkun.
Oder mit den Worten des bedeutenden Politologen Prof. Taner Kışlalı: “Der Kemalismus ist nicht ein Hüter der Vergangenheit, er ist vielmehr Wegweiser in die Zukunft.” (6)
Heute erleben wir den Beginn der türkischen Aufklärung.
Atatürk sagte einst: „Mein geistiges Vermächtnis sind die Wissenschaft und die Vernunft.“ Und er bezeichnete die Republik als sein “größtes Werk“. So feiern wir heute den „größten Feiertag“ der Republik. Den einhundertsten Jahrestag ihrer Gründung.
Lang lebe die Republik!
----------------------------------------
Übersetzung: Murat Büyükalp
--------------------------------------------------------------------------------------
(1) Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk'ü Özleyiş, I, 1998, s. 66
(2) Sinan Meydan, Lozan’da ‘laik hukuk’ zaferi, Cumhuriyet, 02 Ağustos 2023
(3) Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Atatürk Araştırma Merkezi, 2010, s. 38
(4) Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Milli Egemenlik ve Demokrasi Kurultayı, TBMM Ankara 20-21 Nisan 1995
(5) Bekir Coşkun, Çocuklara sözümüz var… Hürriyet, 29 Ekim 2008
(6) Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı, Kemalizm geleceğin öncülüğüdür, Ekonomi dergisinin, ölümünden 10 gün önce Ahmet Taner Kışlalı ile yaptığı söyleşi, Cumhuriyet Bürosu, 31 Ekim 1999
____________________
24 Eylül 2023 / Pazar
Dr. Ayşegül Kars Kaynar Konferansı:
"Maraş Depremi, Türkiye'nin 'Lizbon Depremi' olur mu?"
Foto galeri:
Dr. Kars-Kaynar'ın konuyla ilgili makalesi
Maraş Depremi, Türkiye’nin ‘Lizbon Depremi’ olur mu?
14 Şubat 2023
İstiyoruz ki öfkemiz bir netice versin. Ancak öfke ister bireysel ister kitlesel olsun geçicidir, yatıştırmaya müsaittir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da büyük acıların ve öfkelerin çok nadiren büyük siyasi değişimler yarattığını iyi bilirler
1 Kasım 1755 tarihinde meydana gelen Lizbon Depremi, depremin tetiklediği tsunami ile birleşince Avrupa kıtasının gördüğü en büyük felaketlerden birine dönüştü. Sadece bu şehirde 30 ile 40 bin arasında insan hayatını kaybetti. Bunun yanında Lizbon Depremi’nin bilinen en büyük etkilerinden biri, tüm Avrupa çapında entelektüel bir kırılma yarattığı ve Aydınlanma Felsefesi’ni beslediğidir. Depremler o tarihe kadar Allah’ın isteği ve dolayısıyla da ilahi adaletin tecellisi olarak görülürken Lizbon Depremi’nden sonra ilahiyat ve din, toplumsal tartışmaların bir unsuru olmaktan çıktı, entelektüel gündemden düştü. O günden sonra ıstıraplarımızın sorumluluğu, bütünüyle omuzlarımıza yüklendi ve böyle de kaldı, diyor Judith Shklar (s. 81) (1).
Lizbon Depremi’nde Papalığın desteklediği “günahkâr olan bir şehrin cezalandırılması” tezi tutmadı. Zira Lizbon halkının, Allah’ın tufanının üstlerine salınmasına neden olacak derecede büyük bir günah işlediğine; Lizbonluların diğer Hristiyanlardan daha kötü, daha günahkâr olduğuna dair bir iz yoktu. Allah’ın neden koca koca kiliseleri un ufak ettiği de anlaşılamamıştı. Bu sebeple “neden biz?” sorusunun yanıtı havada kaldı; “kader planı, Allah’ın emri” açıklamaları Lizbon Depremi’ne doyurucu yanıt veremedi.
Voltaire, yine Papalığın yaydığı “olmuş olan doğrudur, her olan da bir hayır ve Allah’ın bir bildiği vardır” düşüncesindeki kof iyimserliğe ve “her şey yolunda” söylemine saldırdı. Rousseau ise Voltaire’in söyleyemediğini söyledi: Deprem gibi doğal bir olayı felakete dönüştüren; altı yedi kat yüksekliğinde evler inşa etmiş olmaktır. Bu felaket kendi hatamızdır. Voltaire, insanlara boşu boşuna eziyet çektirdiği, dindarları bile depremde öldürerek onlara bir nevi ihanet ettiği için Allah’ı suçlar. Rousseau ise Allah’ı suçlamak yerine onu toplumsal hayattan tamamen uzaklaştırır. Gel gelelim Kant’a. Kant’ın konuyla ilgili yazılarında ne din ne Allah vardır. Depremle ilgili bilimsel açıklamaları sıralar ve depremi “insan yapımı felaketler” kategorisine dâhil eder (Kant’a göre bu kategorideki en büyük felaket savaştır) (Shklar, s. 81-84)
Shklar’ın (s. 85) Lizbon Depremi sonrası ortaya çıkan entelektüel değişim için yaptığı tespit şudur: “Tanrı’nın işi” ifadesi gönüllere teselli veren ve akılları teskin eden bir açıklama olmaktan çıkmış, yasal mesuliyetten kaçınmak için alaycı bir bahane haline gelmiştir. Bu tespit, Maraş Depremi için de geçerli değil mi? “Allah’ın işi, kader planı” diyenler aslında durumun hiç de böyle olmadığını bilerek bizimle alay etmiyorlar mı? Ediyorlar. Hepimizle dalga geçiliyor.
Peki, 6 Şubat Maraş Depremi Türkiye için 1 Kasım Lizbon Depremi işlevi görür mü? Deprem sonrasında ortaya çıkan acı ve öfke hem kitlelerin inançlarında hem de siyasi ve idari sistemimizde bir değişimi tetikler mi? Öfke duygusunun yıkıcılığı, bu hükümeti de yıkar mı?
Öfke paylaşıldıkça canlı kalıyor. Öfkeleri sönmezse bugünün depremzedeleri, yarının hükümet karşıtları olabilirler. Bu potansiyel nedeniyledir ki hükümet depremzedeleri bir arada toplu olarak barındırmak yerine (üniversite öğrencilerinin yurtlarını ellerinden almak suretiyle) tüm yurda dağıtarak yalnızlaştırmak, öfkelerini yalıtmak ve zaman içinde söndürmek peşinde. Dahası, depremin yarattığı öfke, verilen nakdi desteklerle, kira ve ev yardımlarıyla, bir düzine vaatle ve yargı karşısına çıkarılacak bir iki müteahhitle zaman içinde kendiliğinden de yatışabilir.
Öfkenin dindirilmesi genel seçimler için ayrıca önemli, zira beklenmedik olayların ve yarattığı duyguların seçmenlerin oy verme davranışını etkilediği; seçmenlerin parti tercihlerini ve siyasi bağlılıklarını sorgulamalarına neden olduğu biliniyor (2). Mesela, duygusal zekâ modeline göre sevinç ve coşku gibi olumlu duygular bireye “her şeyin yolunda olduğu” sinyalini vererek seçmenleri siyasi sürece katılmaya ve seçimlerde eskiden beri destekledikleri adayın arkasında durmaya teşvik ediyor (örn. 15 Temmuz sonrası demokrasi mitingleri ve halen bir darbe girişiminin demokrasi bayramı olarak kutlanması). Öte yandan korku, endişe ve öfke gibi olumsuz duygular ise bireye “işlerin hiç de yolunda gitmediği” sinyalini vererek, seçmenleri çevresine karşı daha açık ve duyarlı kılıyor; daha fazla bilgi almak ve siyasi alternatiflerini arttırmak için çevreyi gözlemlemelerine neden oluyor. Bu nedenle hükümetin, depremin hemen akabine denk gelen seçimleri erteleme manevrası oldukça kritik.
Büyük felaketleri seçimlerin izlediği tesadüfi zamanlamayı bir tarafa bırakırsak, öfkenin siyasi eylemlilik ve etkinlik haritasında kendine yer bulabilmesi doğrudan değil, oldukça dolayımlıdır. İstiyoruz ki öfkemiz bir netice versin; istiyoruz ki öfkemizin yarattığı enerji boşa gitmesin. Ancak öfke ister bireysel ister kitlesel olsun geçicidir, yatıştırmaya müsaittir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları da büyük acıların ve öfkelerin çok nadiren büyük siyasi değişimler yarattığını iyi bilirler. “Sanırım” demek çok boş, “elbette” demek lazım: Elbette bu depremin sonrasında her şeyin başa dönmesini engellemek, muhalefet partilerinin ve sivil toplumun önümüzdeki aylarda olabildiğince aktif çalışmasına ve ortaya çıkan öfkeyi ve beklentileri siyasi bilinç ve etkinlik düzeyine aktarabilmelerine bağlı.
-----------------------------------------------------------------------------
REFERANSLAR
(1) Judith Shklar (2021) Adaletsizliğin Veçheleri, Vakıfbank Kültür Yayınları
(2) Sofia Vasilopoulou ve Markus Wagner (Aralık 2020) “Emotions and domestic vote choice”, içinde Journal of Elections, Public Opinion and Parties; Valentino, N. A., Brader, T. vd. (2011) “Election night’s alright for fighting: The role of emotions in political participation”, içinde The Journal of Politics; Marcus, G. E., Neuman, W. R. ve MacKuen, M. (2000) Affective Intelligence and Political Judgment, Chicago Üniversitesi Yayınları
____________________
03 Eylül 2023 / Pazar
E. Tuğgeneral Dr. Haldun Solmaztürk "Türk Ulusunu 30 Ağustos'a Götüren Siyasi ve Askeri Liderlik" başlıklı konferansında Milli Mücadele döneminin bu tarihi sürecini ve Atatürk'ü anlattı.
Bağlantılar:
Foto galeri:
E. Tuğgeneral Dr. Haldun Solmaztürk'ün Atatürkçü Düşünce Derneği Hamburg'ta verdiği konferansın özeti:
Türk Ulusunu 30 Ağustos’a Götüren Siyasi ve Askeri Liderlik
3 Eylül 2023
Liderlik kavramı tartışmalıdır; ‘başarılı’ siyasi ve askeri lider nitelikleri ve kriterleri de öyle.! Harp prensipleri, binlerce yıldır doğruluğu ispatlanmış ve evrensel kabul gören kurallardır. Bu prensipler, Hedef, Taarruz, Emniyet, Manevra, Sıklet Merkezi, Kuvvet Tasarrufu, Basitlik/Sadelik, Emir-Komuta Birliği, Baskın olarak listelenebilir. Baskın tüm prensiplerin özü, onları birbirine bağlayan temel kavramdır.
Prensiplerin belli durumlarda farklı ağırlık ve öncelikleri, farklı prensipler biraraya getirildiğinde yaratacakları sinerjinin farklı güçleri vardır. Askerlik bilimi, sanatı ve felsefesi bu konuda ışık tutar ama yeterli değildir; sonucu belirleyen ‘liderlik’ işlevidir.
İyi askeri liderler bu prensipleri en uygun şekilde hayata geçiren, askeri kararlara ustaca uygulayan kişilerdir. Bunun için ‘askeri’ yetenek, bilgi, deneyim yanında Zeka, Kararlılık, Sezgi, Ahlaki ve Fiziki Cesaret, Liderlik-motive edebilme, Komuta Etme Arzu ve Hevesi gibi kişisel niteliklere sahip olmaları gerekir.
26 Aralık 1988 tarihli Time dergisinde o dönem henüz emekli olmuş ABD Genelkurmay Başkanı Oramiral William Crowe’la yapılmış uzunca bir röportaj vardı. Sorulardan biri “Kahramanlarınız kimler? (Who are your heroes?)” idi. (Şekil 1)
Şekil 1: ‘Who are your heroes?’
Crowe o soruya şöyle cevap vermişti: “Ben, elindeki çok az şeyle o kadar çok şey başaran Kemal Atatürk'ün büyük bir hayranıyım. Arkalarında muazzam kaynaklar ve üretim kapasitesi varken generallerin savaş kazanması da bir şeydir. Ancak Atatürk elindeki çok az kaynakla hem Türkiye'nin yönetimini padişahların elinden söktü aldı hem de Yunanlıları ülkesinden kovdu. O, benim için 20’nci yüzyılın en büyük askeridir.”
Winston Churchill de onun için “Kaderin adamı” der.. (The World Crisis, 2. 1925)
Benzer şekilde, İngiliz askeri tarihi Kemal Atatürk’ü ‘Bir ulusun kaderini belirleyen kumandan’ olarak tarif eder: “Olağanüstü bir komuta dehası vardı. …tarihte nadiren, tek bir tümen komutanının müdahaleleri, ayrı ayrı üç durumda, sadece bir muharebenin değil belki tüm bir seferin ve hatta bir milletin kaderi üzerinde böylesine, bu kadar büyük bir etki yapmıştır”. (Gallipoli Campaign, 1932)
Büyük Taarruz, gerek planlaması gerekse uygulaması itibariyle harp prensiplerinin en ideal birleşimde, kesin sonucu en kısa zamanda, en az kayıpla alınmasına imkan verecek şekilde uygulanmasının tarihi bir örneği, Atatürk’ün askeri dehasının yansımasıdır. (Şekil 2)
Şekil 2: ‘Büyük Taarruz’ ve 30 Ağustos Meydan Muharebesi
Eldeki kuvvetler büyük kısmıyla -diğer bölgelerden kuvvet tasarruf ederek- Anadolu’daki Yunan ordusunu sıklet merkeziyle güneyden kuşatarak imha edecek şekilde kullanılmış, cephenin kuzey kesiminde yeterli güç bırakılarak ‘harekat emniyeti’ sağlanmış, Süvari Kolordusu ve ihtiyat birlikleri gizli manevralarla düşman gerisine yöneltilerek takviye alması ve çekilmesi önlenmiş, sade bir plan, merkezi emir komuta ile uygulanarak baskın -düşmanın beklemediği yerde, zamanda, şekilde taarruzla- etkisi sağlanmıştır.
Arnold Ludwig Amerikalı bir psikoloji profesörü ve kendi alanında üretken bir yazardır. 2002 yılında yayınladığı kitabı ‘Dağın Kralı, Siyasi Liderliğin Tabiatı (King of the Mountain, the Nature of Political Leadership)’ kapsamlı bir bilimsel araştırmanın sonuçlarını anlatır. (Şekil 3)
Şekil 3: ‘Dağın Kralı, Siyasi Liderliğin Tabiatı’
Ludwig, siyasi deha göstergelerini, Baskın Etki, Özgün/Özgür/Aykırı Düşünme, Varlığını Hissettirme, Değişimci, Özgüven/Karizma, Cesaret, Pozitif Kaygı/Arayış olarak sıralıyor.
Bir siyasi liderin ‘liderlik’ başarısını ölçmek için geliştirdiği yöntem şu sorulara dayanıyor:
- Sıfırdan neyi başardı.?
- Ülkeyi nereden nereye getirdi.?
- Ne kadar -kaç yıl- görevde kaldı.?
- Askeri yeteneği.?
- Sosyal mühendislik gücü.?
- Ekonomi başarısı.?
- Devlet adamlığı.?
- İdeolojisi.?
- Ahlaki bütünlüğü ve gücü.?
- Siyasi mirası.?
- Ülke nüfusu.?
Bu kriterlerin her birine verilen yanıtlara göre o lidere puan veriliyor.
Örneğin ‘Sıfırdan neyi başardı.?’ Sorusuna verilebilecek dört yanıtın puanlaması şöyle:
- Hiçbir şey: 0
- Ülkenin kurtuluşunda aktif katılımcı: 1
- Birden fazla liderden biri: 2
- Bağımsızlık savaşının tek lideri: 3
Sonuçta Mustafa Kemal Atatürk’ün 377 lider içinde en yüksek puanı (31) alan tek lider -Dağın Kralı- olduğu ortaya çıkıyor. (Şekil 4)
Şekil 4: Atatürk Turkey 1923 ‘31’…
Siyasi ‘liderlik’ yeteneğinde Atatürk’e en yakın (25’in üzeri puan alan) liderler Benito Mussolini 26, Charles de Gaulle 27, Deng Xiaoping 27, Ho Chi Minh 27, Vladimir Lenin 28, Josef Stalin 29, Mao Zedong 30, Franklin D. Roosevelt 30. (Burada yetenek ya da başarı, liderin mutlaka olumlu hedeflere yöneldiği anlamında değildir.)
I. Dünya Savaşı sonunda Mondros Mütarekesi imzalandığında hemen herkes;
1. Yerel kurtuluş girişimleri,
2. İngiliz ya da Amerikan mandası,
3. Galip devletlerin iradelerine teslim olma, seçenekleri dışında bir umut ya da amaç taşımaz, düşünemezken Atatürk ‘tam bağımsız, milli hakimiyete dayanan, yeni bir Türk devleti’ kurmayı hedeflemiş ve bunu başarmıştır.
“Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı: milli hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur!” Nutuk
Bu kararlılık 22 Haziran 1919 tarihli Amasya Genelgesi’nde en açık şekilde görülür:
“1. Vatanın bütünlüğü, milletin istiklâli tehlikededir. … Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. … her türlü baskı ve kontrolden uzak millî bir heyetin varlığı zorunludur. … Sivas’ta millî bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır. 2. Doğu illeri adına, 10 Temmuz’da Erzurum’da bir kongre toplanması kararlaştırılmıştır. … Erzurum Kongresinin üyeleri de Sivas genel kongresine katılmak üzere Sivas’a hareket edeceklerdir. … 4. Bu mutabakatın uygulanmasına Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemâl Paşa, … Hüseyin Rauf Bey, … Kâzım Karabekir Paşa, … Albay Cevdet., … Albay Refet Bey, Canik Mutasarrıfı Hamit Bey, … Cemâl Paşa, … Albay Selâhattin Bey, …Ali Fuat Paşa, … Albay Bekir Sami Bey, … Albay Tayyar Cafer Bey ve diğer bazı idarî ve askerî kişiler tarafından çalışılacaktır. … 6. Askerî ve millî örgütlenme hiçbir surette ilga edilmeyecektir.
Atatürk’ün kafasında olan ve başarmak için yola çıktığı ‘tam bağımsız’ devlet artık Osmanlı ya da onun devamı olmayacaktır, o ‘yeni’ bir devlettir. Yeni devlet ‘Türk’ devletidir ve ‘milli hakimiyete’ dayanan yani ‘demokratik’ bir cumhuriyettir. Ancak bu hedefe aşama aşama, bir plan çerçevesinde gidilmiştir.
“Gelecekteki ihtimaller üzerinde fazla konuşmak, giriştiğimiz gerçek ve maddî mücadeleye hayalî bir macera niteliği verdirebilirdi. Millî Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları, millî hayatın bugünkü cumhuriyete ve cumhuriyet kanunlarına kadar uzanan gelişmelerinde, kendi fikir ve ruh kabiliyetlerinin kavrayış sınırı bittikçe bana karşı direnişe ve muhalefete geçmişlerdir.” Nutuk
Bu nedenle en önce ve herşeyden önce Türkiye Büyük Millet Meclisi oluşturulmuş, sonra millet seferber edilerek milli mücadeleye katılması sağlanmış ve nihayet ‘milli’ bir ordu kurulmuştur. Atatürk 30 Ağustos’a giden yolda bir taraftan askeri diğer taraftan siyasi liderlik niteliklerini birbirlerini destekleyecek ve dengeleyecek şekilde kullanarak ‘tam bağımsızlığı’ sağlayacak zafere yürürken devletin milli ve ‘demokratik’ temellerini de oluşturmuştur. Yeni Türk devletinde artık sultana ve halifeye ihtiyaç ve yer yoktu, olamazdı.
Tam bağımsızlığı getirecek askeri zaferin kazanıldığı 30 Ağustos’la farklı bir mücadele aşamasına, saltanat ve hilafete dayanan Osmanlı yerine demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş kurumlarının oluşturulması sürecine geçilmiştir. Bu mücadele en az askeri ve uluslararası alanda verilen mücadele kadar zorlu geçmiş, çok daha uzun sürmüştür. Hatta aradan geçen yüzyılı aşkın zamana rağmen hala sürdüğü bile söylenebilir.
1 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılmasına, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilan edilmesine ve 3 Mart 1924’te Hilafetin kaldırılmasına en başta Atatürk’ün milli mücadeledeki en yakın silah arkadaşları -Rauf Bey’in liderliğinde- karşı çıkmışlardır. Onlara göre saltanat ve hilafet sürdürülmeli, Cumhuriyetten mutlaka kaçınılmalıdır.
“Bizde milleti ve kamuoyunu elde tutmak güçtür. Bunu ancak, herkesin erişemeyeceği kadar yüksek görülmeye alışılmış bir makam sağlayabilir. O da saltanat ve hilâfet makamıdır. …onun yerine başka nitelikte bir makam getirmeye çalışmak felâkete ve büyük acılara yol açar. …asla doğru olamaz.” Rauf (Orbay) Bey, Kasım 1922, Nutuk.
“Cumhuriyet’in ilânında acele edilmiştir. Bu aceleye sebep olanlar sorumsuz kimselerdir. … Cumhuriyet ilânını zarurî kılan sebep neymiş? Cumhuriyet’in bizim için gerçekten yararlı ve lüzumlu olduğu ispat edilmelidir. … Meclis ve Hükûmet, bu acele edişin akla yatkın ve meşru bir sebebi bulunduğunu millete göstermeli ve ispat etmelidir ve edecektir.” Rauf (Orbay) Bey, Kasım 1923, Nutuk.
Samsun’a çıktığında yanında olan ve 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi’nde adı geçenler de dahil olmak üzere laik, demokratik ‘Türk’ cumhuriyetine karşı olanlar her yola başvurmuşlar, Atatürk’ü vatandaşlıktan çıkarmaya (2 Aralık 1922), hatta öldürmeye (14 Haziran 1926, İzmir Suikast girişimi) bile teşebbüs etmişlerdir.
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanması (24 Temmuz 1923) ve Cumhuriyetin ilanı dahi saltanat ve hilafet özlemlerini hayata geçirmek isteyenlerin mücadelesini bitirmemiş aksine onları daha da saldırgan bir tutum almaya itmiştir. Milli Mücadele’nin önde gelen isimlerinden Ali Fuat Paşa, Kazım (Karabekir) Paşa, Rauf (Orbay) Bey, Refet (Bele) Paşa ve Adnan (Adıvar) Bey, 17 Kasım 1924’te -Cumhuriyet Halk Fırkası’nın karşısında- Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurmuşlardır. (Şekil 5) Fırka, Şeyh Sait isyanından sonra kapatılmış ama saltanat ve hilafet sevdalısı ‘Terakkiperver’ siyasi damar o günden bu yana farklı isimler ve kisveler altında sürdüre gelmiştir.
Şekil 5: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, 17 Kasım 1924 Adnan Adıvar, Ali Fuat, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele
Bugün geriye dönüp baktığımızda Türk ulusunu 30 Ağustos’a ve ötesine -laik, demokratik ‘Türk’ cumhuriyetine- götüren iradenin Atatürk’ün askeri ve siyasi liderliğinden kaynaklandığını ve ancak onunla başarılabildiğini görürüz. Bu gerçekliği en yalın şekliyle -yıllar sonra- Rauf Orbay’ın ifade etmiş olması anlamlıdır:
“Hiç birimiz olmasaydık Kurtuluş Savaşını Atatürk gene başarırdı. Ama o olmasaydı, hiç birimiz onun yaptığını yapamazdık.” Rauf Orbay, ‘Çankaya’
Bugün, Anayasamızda ifadesini bulan laik, demokratik, sosyal, hukuk devleti ve ‘Türk’ nitelikleriyle Cumhuriyetimize sahip çıkmak için Atatürk’ü ve Türk devrimini bir bütün olarak anlamak, kavramak, hayata geçirmek ihtiyacı ve görevi her zamankinden çok daha büyüktür.
“Herkes gibi Atatürk’ün insanlığı iştahlardan, hırslardan, heyecanlardan, gurur ve öfkelerden, zaaf ve kuvvetlerden, iç varlığın düzlerinden, iniş ve çıkışlarından yoğrulmuştur. Eseri bu insanlığın derinliklerinden gelme, kaynaklarından doğmadır. Atatürk’ü ayıklayarak değil, bir tabiat parçası gibi, toplu ve tam olarak ele almalıdır. Dikeni, çalısı ayağınızı yalayarak indiğiniz bir dağ gibi, geri dönüp baktığınızda onun ancak yüceliği altında ezilirsiniz.” Falih Rıfkı Atay
____________________
21 Mayıs 2023 / Pazar
Atatürkçü Düşünce Derneği Hamburg (ADD Hamburg) 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramını Louisiana Star gemisiyle Elbe Nehir Turu yaparak kutladı. Bayram, coşkulu bir şölen havasında gerçekleşti. Gemi Wedel Willkomm-Höft'e ulaşınca ("Schiffbegrüßunganlage": gemi karşılama tesisi) göndere Türk Bayrağı çekildi, İstiklâl Marşı çalındı.
Foto galeri:
ADD Hamburg Başkanı Mehmet Serdar Temur'un 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı konuşması.
Atatürk, 19 Mayıs için “Benim doğum günüm“ diyor. Bugün “Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı” olarak kutladığımız bu bayram; 19 Mayıs, onurlu, özgür ve bağımsız yaşama hakkı elinden alınan bir Milletin, örgütlü bir mücadeleye başlamasının, çağdaş Cumhuriyete giden yolunun ilk adımıdır. Bizi biz yapan bir tarihin, Kurtuluş Savaşının başlangıcıdır.
Kurtuluş Savaşının amacı nedir?
Kurtuluş Savaşının amacı; millî hakimiyete dayanan, kayıtsız şartsız (tam) bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmaktır. Siyasi, mali, ekonomik, adli (hukuki), askeri, yani her konuda tam bağımsız bir Türk Devleti kurmaktır.
Bugün burada yalnız emperyalizme karşı, sömürgecilere karşı, Atatürk’ün deyimiyle “zalimlere” karşı verilen kutsal bir savaşın başlangıcını kutlamıyoruz. Bugün burada, aynı zamanda emperyalistlerle, sömürgecilerle işbirliği yapan, halkını sürü olarak gören, saraylarda oturan sultanların kişisel egemenliğinden, tek kişinin egemenliğinden, ulusal egemenliğe geçişin de başlangıcını kutluyoruz.
Hoş geldiniz! Şeref verdiniz.
Sayın Muavin Konsolosumuz Cemal Alsulu,
Değerli Gençler,
Değerli Üyelerimiz,
Değerli Dostlarımız,
1919’da başlayan Kurtuluş Savaşının önsözü, 1915 Çanakkale Savaşıdır. Tam anlamıyla bir vatan savunmasıdır. Mustafa Kemal ve daha sonra Kurtuluş Savaşını yönetecek olan komutanlar önce orada, Çanakkale’de yurdu savundular.
Mustafa Kemal, işgal devletlerinin hedefi Osmanlı'nın başkenti İstanbul'u ve Osmanlı'yı daha 1915’te, daha 34 yaşındayken (Arıburnu’nda, 2 kez Anafartalar’da ve Conkbayırı’nda) dört kez kurtardı.
Osmanlı Birinci Dünya savaşını kaybedince, İngiltere öncülüğündeki işgal devletlerinin donanması 13 Kasım 1918’de, daha 3 yıl önce, Çanakkale savunması sanki hiç yaşanmamış gibi İstanbul'u işgal etti. Ve bu kez ilginç olanı, Osmanlı heyeti işgalcilere “hoş geldiniz” diyordu.
Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa, 30 Mart 1919'da işgalci İngiltere'nin sömürgesi olmak için İngiltere'ye başvurdular. (1)
Hani bazen utanmadan “Osmanlı Padişahı kurtuluşu başlatması için Mustafa Kemal’i Anadolu’ya gönderdi” falan deniliyor ya; gerçek tam tersiydi. İngilizleri çok seven padişaha, İngilizler tarafından “Türk direnişini durdur”, işgalci devletlere karşı olabilecek hareketleri engelle, işgal kuvvetlerinin güvenliğini sağla talimatı verilmişti.
Mustafa Kemal önce bu görevin kendisine verilmesini sağladı. Bugün bayram olarak kutladığımız 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıktı, Anadolu’ya ayak bastı.
Kendisine verilen görevin tam tersini yaptığı için, Milli Kuvvetleri emperyalizme karşı, işgalcilere karşı örgütlediği için, iki ay bile dolmadan, 8 Temmuz 1919'da Padişahın emriyle görevinden alındı.
Daha sonra da, kendisi ve arkadaşları için çıkarılan idam kararı Padişah Vahdettin tarafından onaylandı.
Türkiye Cumhuriyeti, askeri güce değil, milletin gücüne dayanarak kurulmuştur.
Atatürk, düzenli ordudan önce Milletin Meclisini, TBMM’ni kurmuştur.
Demokrasiye giden yolun ilk büyük adımı olarak, daha Kurtuluş Savaşı devam ederken, 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açıldı.
Meclis açıldığında, Türkiye'de İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan askerleriyle, onlara destek veren silahlı gruplardan oluşan 200 bin kişilik istila ordusu bulunuyordu.
30 Ağustos 1922 Zaferinin ardından yurt istilacılardan kurtuldu.
Mustafa Kemal Atatürk’e göre “Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük olan amacı elde etmek için gereken en belli başlı araçtır.” Öyleyse kurtuluştan sonra kurulacak ve ilkesi “Yurtta Barış, Dünyada Barış” olacak olan Cumhuriyetin amacı “süngü zaferleri değil, ekonomi ve ilim zaferleri olmalıydı.”
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi.
Atatürk Cumhuriyeti çağdaş dünyanın aydınlık, akıldan, bilimden yana olan yüzüyle her zaman barışık oldu.
Mustafa Kemal, daha 17 Şubat 1923, İzmir İktisat Kongresinde: “Tam bağımsızlığı sağlayabilmek için tek gerçek güç, en güçlü temel kesinlikle ekonomidir.“ diyordu.
Ekonomi bir an önce düzeltilmeli, yurttaşın gelir düzeyi, kendisine olan özgüveni yükseltilmeliydi. Vatandaş, çaresiz ve muhtaç olarak, bir daha kolayca tek kişinin peşinden sürüklenir duruma düşmemeliydi.
Cumhuriyetle birlikte Orta Çağ’ı yaşayan bir din ve tarım toplumunda devrim yapıldı. Devletin temeli adalet oldu, tarafsız hukuk oldu. Artık en gerçek yol gösterici bilim ve akıl olmalıydı. Türkiye Cumhuriyetinde kul olmayan, bilimsel düşünen, sorgulayan akla sahip, özgür insanlar yetişmeliydi.
İşte 19 Mayıs bütün bunların başlangıcı olan gündür.
19 Mayıs 1919’da tüm Cumhuriyet devrimleriyle beraber Türk Aydınlanması, laiklik, kadının insanlık onuruna yakışan hakları, çağdaşlaşma ve demokrasi Samsun’a ayak bastı.
“Mustafa Kemal, bu görkemli uygarlık tasarımının hem düşünürü, hem örgütleyicisi, hem de uygulayıcısıydı.” (2)
Prof. Ahmet Taner Kışlalı’nın sözleriyle: “Kemalizm geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.”
Bugün, Türk Bağımsızlık Savaşının doğum gününü, gençlere armağan edilen onurlu bir başlangıcın 104’üncü yılını kutluyoruz.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun.
----------------------------------------------------------------------------
(1) Naim Babüroğlu, 16 Eylül 2022, Padişah Vahdettin gerçekten kim?.. Yeniçağ Gazetesi / Hikmet Bayur, Atatürk'ün Hayatı ve Eseri 1, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1990.
(2) Özer Ozankaya, 19 Mayıs: Mustafa Kemal’i ATATÜRK Katına Yücelten Uygarlık Yolculuğu, 20 Mayıs 2008, İlk Kurşun
____________________
19 Mayıs 2023 / Pazar
Atatürkçü Düşünce Derneği Hamburg'un (ADD Hamburg) 2023 yılı Cumhuriyet Ödülü Wilhelmsburg semtindeki FC Türkiye futbol kulübünün sahasında 13 sivil toplum kuruluşunun katkılarıyla düzenlenen, 150'nin üzerinde sporcunun katıldığı 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı etkinliğinde Cumhuriyetinin kuruluş ilkeleri doğrultusunda Hamburg ve çevresindeki Türk çocuklarının ve gençlerinin eğitimine verdiği katkılardan dolayı T.C. Hamburg Eğitim Ataşesi Lütfi Dede’ye verildi.
Foto galeri:
____________________
7 Mayıs 2023
7 Mayıs 2023, Pazar günü Liman Derneğinde (LIMAN Interkultureller Seniorentreff, Steinfeldstraße 6, 22119 Hamburg) üyelerimizle yapılan "Kahve Bahane" temalı öğle kahvaltısına Aytun Ede gitarıyla renk kattı.
Foto galeri:
____________________
23 Nisan 2023 / Pazar
Türkiye Büyük Millet Meclisinin 23 Nisan 1923 tarihindeki açılışının 103'üncü yılı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Altona August-Lütgens-Park'ta çoşkuyla kutlandı. TC Hamburg Başkonsolosluğu ve Hamburg Belediye Başkanı Dr. Peter Tschentscher'in himayesinde 23 Dernek ve İnisiyatifin yer aldığı etkinliğe Atatürkçü Düşünce Derneği Hamburg (ADD Hamburg) güçlü destek verdi.
Foto galeri:
____________________
11 Kasım 2022 / Pazar
10 Kasım Atatürk'ü Anma Etkinliği Liman Derneğinde (LIMAN Interkultureller Seniorentreff) yapıldı.
Saygı duruşunun ardından hep birlikte İstiklâl Marşı okundu. Mehmet Serdar Temur'un konuşmasından sonra Hatice Birinci, Murat Comart, Ufuk Güngör, Ahmet Birinci ve konuklar Atatürk'le ilgili anıları anlattırlarken duygusal anlar yaşandı.
Foto galeri:
ADD Hamburg Başkanı Mehmet Serdar Temur'un 10 Kasım Atatürk'ü Anma Etkinliği Konuşması / Liman Interkultureller Seniorentreff, Steinfeldstr. 6, 22119 Hamburg
11 Kasım 2022
Atatürk, 29 Ekim 1933 günü Ankara Hipodromundaki Cumhuriyet'in Onuncu Yıldönümü konuşmasına şöyle başlamıştı: "Türk Milleti, Kurtuluş Savaşı'na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun."
Nutkun sonunu: "Türk Milleti! Ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını, daha büyük şereflerle, saadetlerle, huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne Mutlu Türküm diyene!" sözleriyle bitirmişti.
Bu son cümleden önce, taslakta yazılı olan, kendisini çok duygulandırdığı için, veda anlamına geleceği için törende okumadığı cümle ise şöyleydi: "Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden (Türk Milleti'nden) ve bütün medeni beşeriyetten (uygar insanlık âleminden) dileğim şudur: Beni hatırlayınız!"
Sonra da şöyle demişti: “İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu "ben" kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!” (1)
Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, büyük devrimci Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anmak için toplanmış bulunuyoruz.
Bizleri bugün burada ağırlayan Liman Derneği’ne, Başkan Sayın Ural Kundak beye Atatürkçü Düşünce Derneği Hamburg olarak candan teşekkür ederiz.
Değerli Arkadaşlar,
Değerli Üyelerimiz,
Atatürk ne demektir? Atatürkçülük deyince aklımızda hangi kavramlar oluşur? Atatürk, sarı saçlı mavi gözlü bir insanın adından fazlasını ifade eder. O, bir fikrin adıdır.
Olağanüstü bir zekânın ürettiği kurtuluş demektir.
Atatürk, yenilmez sanılan muazzam devletlerin yenildiğini, istilacıların geldikleri gibi gittiklerini göstermiştir.
Anti emperyalizm, tam bağımsızlık demektir. Siyasi, iktisadi, askeri, hukuki, kültürel tam bağımsızlık demektir.
Savaşın ustası, barışın efendisi, Atatürk demek; Yurtta barışı, dünyada barışı savunmak demektir.
Ekonomik bağımsızlığın ancak ekonomik olarak güçlü olmakla korunabildiğini bilmek, üretebilmek demektir Atatürkçülük.
Atatürk, çok şeyin adıdır. Türkçe demektir.
Atatürk demek; Türk ulusal kimliği demektir. O’nun ifadesi ile “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.”
Ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.”
Irk, din, dil, hatta zaman ayırımı yapmadan vatan topraklarında varolan herşey bizden olduğu için Anadolu Medeniyetlerine sahip çıkmak demektir.
(Sakarya Savaşı esnasında Eti müzesi kurulması talimatı verdi, müze Anadolu Medeniyetleri Müzesi olarak hayata geçirildi. Ankara'nın simgesi olan güneş kursu 1935 yılında bulundu.
“Sen, Anadolu denilen bu yurda sonradan gelme değil, ilk yerleşip uygarlık kuranların çocuklarısın. Fakat geleceğine güvenebilmek için, bugün çalışman gerekir; çünkü yalnız tarih övüncü bir meziyet sayılmaz.”) (2)
Atatürk demek; Uniter yapı demektir.
Uygar olmak, uygar dünyanın içinde olmak, uygarlığın ortağı olmak demektir. Gerçeğin yanında olmak demektir.
Çağdaş Cumhuriyet devrimleri demektir. Laik yaşam biçimi demektir. (Laiklik, bir ülkeyi, bir toplumu inanç kökenli çatışmalardan koruyan uygarlık ilkesidir. Toplumları din kurallarına göre yönetmek isteyen radikal dinciler laikliği kabul etmezler.)
Atatürk demek; Din ve vicdan özgürlüğü demektir. Cehaletle savaş demektir. Toplum ve devlet düzeninin akla ve bilime dayalı olması demektir. Sorgulayan, akılcı ve bilimsel düşünce demektir. “Hayatta en hakiki mürşit, ilimdir” demiştir. Özgür düşünce demektir. Türk Aydınlanması demektir.
Atatürk demek; Onurlu ve insanca yaşam demektir. Kula kul olmak değil, yurttaş olmak, fırsat eşitliği demektir. Yetkin birey olmak demektir. Kadın erkek eşitliği, kültür, sanat demektir.
Atatürk’e göre: “Umutsuz durum yoktur, umutsuz insanlar vardır.”
Atatürk’ün tüm yaşamında yılgınlığı, çaresizliği, yenilgiyi kabul eden tek bir sözünü bulamazsınız. Atatürkçü asla vazgeçmez, kararlıdır, azimlidir. Öğrenmeye açıktır, çalışkandır, geleceğe güvenle bakar.
Aramızdan bedenen ayrılışının üstünden 84 yıl geçmiş olmasına karşın O hâlâ yolumuzu aydınlatıyor.
Ahmet Taner Kışlalı’nin sözleriyle; ”Kemalizm, geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.”
------------------------------------------------------------------------------------
(1) https://www.atam.gov.tr/duyurular/ataturke-gore-ataturk / 1933 (Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yerli Yabancı 80 İmza Atatürk’ü Anlatıyor, s. 183)
(2) Afet inan, Atatürk’ten Hâtıralar, 1950, s. 55 - 56)
____________________
31 Ekim 2022 / Pazartesi
Cumhuriyet Bayramı Kutlaması / Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 98'inci yılı Class Event Saal’de görkemli bir şekilde kutlandı.
Saygı duruşu ve İstiklâl Marşının okunmasından sonra T.C. Hamburg Muavin Konsolosu Cemal Alsulu ve Atatürkçü Düşünce Derneği Hamburg Başkanı Mehmet Serdar Temur birer kısa konuşma yaptılar.
Cumhuriyetin 98'inci yılının coşkulu bir şekilde kutlandığı törene, Warinka von Berkholz-Senoner ile Hakan Baysalman tango gösterileri ile, Yörük Efeler de zeybek oynayarak renk kattılar.
Foto galeri:
Fotoğraflar: Şevket Kellekula, Nebahat Uzun
ADD Hamburg Başkanı Mehmet Serdar Temur'un Cumhuriyet Bayramı Konuşması / Class Event Saal, Schlinckstraße 1, 21107 Hamburg
31 Ekim 2022
Cumhuriyetin ilk Adalet bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt Sivas Kongresi’nde (4 - 11 Eylül 1919) bir önerge görüyor, “İstanbul’daki hükümet çürümüştür, cumhuriyet şeklinde bir devlet kuralım.” (1)
Atatürk, önerisinin altına el yazısıyla şu notu düşmüş: “Şimdi okunmasın.”
Sonra zamanı geldi, o önerge 29 Ekim 1923’te okundu. Cumhuriyet ilan edildi. İlan tarihi de çok ilginç; 29 Ekim! Yani 30 Ekimden bir gün önce.
Peki ne olmuştu 30 Ekimde? 1923’ten beş yıl önce, 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması imzalanmıştı. İngiltere, Fransa, İtalya ve kışkırttıkları Yunanistan Anadolu’nun dört bir tarafını işgal etmeye başlamışlardı.
Kurtuluş Savaşından sonra işgalciler yurttan kovuldu. Mudanya ve Lozan Antlaşmaları imzalandı. Beş yıl sonra, 29 Ekim 1923’te, Türkiye Büyük Millet Meclisinde Cumhuriyet ilan edilirken, Atatürk, o işgalcilere sanki “biz sizden bir gün daha öndeyiz” mesajı veriyordu.
Sayın Muavin Konsolosumuz Cemal Alsulu,
Sayın Eğitim Ateşemiz Lütfü Dede,
Değerli Konuklarımız,
Değerli Üyelerimiz,
29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyetimizin 99’uncu yılını kutlamak için toplandık, hoş geldiniz, şeref verdiniz.
Bizim Cumhuriyetimiz başka Cumhuriyetlere benzemez, çünkü yalnız bir siyasi yönetim biçimi değildir bizim Cumhuriyetimiz.
Batıya rağmen kurulmuştur, ama batıya karşı değildir. Bütün milletlere saygı gösterir. (2)
Ve Batılı olmak gibi bir hedefi de yoktur, Atatürk’ün sözleriyle: “... Hiçbir milleti taklit etmeyecektir, ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır, ... yalnızca özleşecektir”. (3)
Yani Türkiye Cumhuriyetinin kendi özünü kaybetmeden çağdaş olma, uygar olma hedefi vardır. Çünkü yine O’nun belirttiği gibi: “… Memleketler çeşitlidir, fakat uygarlık birdir, ve bir milletin gelişmesi için bu tek uygarlığa katılması gerekir…” (4)
Yalnız komşularıyla değil bütün dünya ile barışı önerir. Yurtta barışı, dünyada barışı savunur. (5)
Yalnız bir siyasi yönetim biçimi değildir bizim Cumhuriyetimiz.
Dünyada şeriatla yönetilen ama adı “Cumhuriyet” olan birçok ülke var. Türkiye Cumhuriyetinin farkı, laik olmasıdır. Bugün cumhuriyet karşıtlarının hedefi cumhuriyet değil, laik cumhuriyettir.
Cumhuriyetle kazanılanlar Cumhuriyet öncesi Osmanlı İmparatorluğu döneminde mevcut olmayan değerlerdir.
Neler var bizim Cumhuriyetimizde?
Bizim Cumhuriyetimizde Emperyalizme karşı millet egemenliğine dayanan Tam Bağımsızlık var; yani siyasi, iktisadi, askeri, hukuki, kültürel tam bağımsızlık var.
Okuma, yazma var. Arapçayı dindarlık sayanlara karşı Türkçe var. Kadın, erkek eşitliği var. Şeriata karşı Laiklik, Ümmetçiliğe karşı Ulusçuluk, Padişahlığa karşı, tek adam rejimine karşı Cumhuriyetçilik var. (6)
Yurdun tüm insanlarını eşit sayan, onlara fırsat eşitliği sağlayan Cumhuriyetçilik var.
Dogmatik, donmuş, kalıplaşmış düşünceye karşı, Geçmişin aklıyla bugünü yönetmeye karşı, Sorgulayan, akılcı ve bilimsel düşünce sistemi var.
Yazı var, takvim var,
Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür, özgür nesiller var.
Aklın özgürleşmesi var.
Yani kısacası Aydınlanma, zamana ayak uydurma, uygarlaşma var.
Türkümüze, müziğimize, ozanlarımıza, kültür mirasımıza sahip çıkma var.
Dahası var, Şapka, dans, balo, pantolon, ceket var. Uygar, çağdaş yaşam biçimi var.
Bizim Cumhuriyetimiz yalnız bir siyasi yönetim biçimi değildir.
Bizim Cumhuriyetimiz aynı zamanda bir yaşam biçimidir. (7)
Bugün, Atatürk’ün “Benim en büyük eserim” dediği en büyük bayramı kutluyoruz. Cumhuriyetimizin 99. Yılı Kutlu Olsun!
----------------------------------------------
(1) Hasan Pulur, 29 Ekim 1923’ten 17 yıl önce… Milliyet, 29 Ekim 2008
(2) “Gerçi bize milliyetçi derler. Fakat biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği eden bütün milletlere saygı gösterir ve uyarız. Onların bütün milliyetlerinin gereklerini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz, herhalde bencil ve gururlu bir milliyetçilik değildir.” (1920, Atatürk’ün S.D.I, s. 98)
(3) Amerikan Associated Press Muhabiri Miss Ring, Atatürk’e; Türkiye’nin ne zaman Batılılaşacağını, Amerikanlaşacağını sorduğunda şu yanıtı almıştı: “Türkiye bir maymun değildir. Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır. Türkiye yalnızca özleşecektir”. (29 Ekim 1930 yılında Ankara Türk Ocağındaki Cumhuriyet Bayramı kutlaması)
(4) “… Memleketler çeşitlidir, fakat medeniyet birdir, ve bir milletin gelişmesi için bu tek medeniyete katılması lazımdır…” (29 Ekim 1923, Fransız Muhabiri Maurice Pernot’ya demeç)
(5) “Umumi siyasetimizi şu cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim; yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz.” (20 Nisan 1931’de hazırladığı seçim beyannamesinden)
(6) İlhan Selçuk, "Solculuk Nedir?" 2 Mart 1968 ve Solculuk-Milliyetçilik Bağıntısı... 06 Mart 2007
(7) Bekir Coşkun, Çocuklara sözümüz var… Hürriyet, 29 Ekim 2008
---------------------------------------------------------------------------------------
29. Oktober, Feier zum Jahrestag zur Gründung der Türkischen Republik
Auszüge aus der Eröffnungsrede des Vereinsvorsitzenden Mehmet Serdar Temur, 31. Oktober 2022 – Class Event Saal Hamburg
...
Sehr geehrter Herr Stellvertretender Konsul Herr Alsulu,
Sehr geehrter Herr Bildungsattaaché Lütfü Dede,
werte Gäste, werte Mitglieder – seien Sie alle herzlich Willkommen
Unsere Republik…
… ist nicht mit anderen Republiken gleichzusetzen, weil unsere Republik nicht lediglich eine Regierungsform ist
… erachtet neben dem Streben nach Frieden mit den eigenen Nachbarn auch das Streben nach globalem Frieden als Pflicht; ist Verfechter der These: „Frieden daheim, Frieden in der Welt“
Unsere Republik wurde trotz des Westens gegründet, ist aber keinesfalls anti-westlich
Unsere Republik…
… respektiert alle Völker und Kulturen
… verfolgt nicht das Ziel der Verwestlichung Um es mit Atatürks Worten zu sagen: „Unsere Republik wird niemanden nachahmen, weder werden wir amerikanisiert, noch passen wir uns der westlichen Kultur an– wir werden uns auf unsere eigenen Werte besinnen.“
Hervorzuheben ist, dass die Türkische Republik das Ziel der Zivilisiertheit verfolgt. Dies jedoch ohne sich von den eigenen Werten zu entfremden oder diese zu verlieren.
Ich möchte folgend Mustafa Kemal Atatürk zitieren. „Länder sind unterschiedlich – jedoch ist die Zivilisiertheit überall identisch. Und für die notwendige Entwicklung ist eben diese Zivilisiertheit unerlässlich.“
Die unsrige Republik stellt nicht nur eine Regierungsform dar. Die durch die Republik gewonnenen Werte sind solche, die während des Osmanischen Reiches nicht vorhanden waren.
Und was zeichnet unsere Republik noch aus? Es gibt
… eine anti-imperialistische Haltung,
… die vollkommene Souveränität, in der alle Macht vom Volke ausgeht
Das bedeutet: Es gibt eine politische, wirtschaftliche, militärische, rechtsstaatliche und kulturelle Unabhängigkeit.
Die Gründung der Republik brachte das Lesen und Schreiben;
Und es brachte die türkische Sprache für diejenigen, die die arabische Sprache als zu religiös und fromm empfanden.
Er brachte die Gleichberechtigung der Frau.
Der Scharia stand der Säkularismus gegenüber,
statt einem Herrscher zu huldigen gab es die Tugenden einer Republik.
Es wurde mit der Gründung der Republik, eine Regierungsform geschaffen, die alle Menschen gleichstellt und ihnen Chancengleichheit bietet.
Es wurde eine Regierungsform geschaffen, die sich gegen jegliche Form des Verharrens veralteter Denkmuster und gegen die Beibehaltung veralteter Strukturen stellt, in der Entscheidungen mit wachem Verstand hinterfragt werden und deren Basis stets auf Intelligenz und Wissenschaft beruhen.
Es gibt die Schrift, den Kalender, freie Intellektualität, emanzipierte Generationen von Freidenkern und eine Entfesselung der Gedankenwelten.
Kurz gesagt: Wir sind erleuchtet, dem Zeitgeist entsprechend und zivilisiert.
Zeitgleich wurde das Erbe unserer Volkslieder, unserer Musik, unserer Dichter und Denker sowie unserer Kultur sorgfältig gewahrt.
Und es gibt noch mehr.
Unsere Hüte, unsere Tänze, unsere Bälle, unsere Hosen und Jacketts.
Unsere Republik ist gleichzusetzen mit einer zeitgenössischen Lebensform.
Wie ich anfangs sagte: Es ist nicht nur eine Regierungsform, es ist gleichzeitig ein Lebensstil- Unser Lebensstil!
Alles Gute zum 99. Jahrestag unserer Republik!
----------------------------------------------------------------------------------------
Übersetzung: Mete Tiril, Demet Temur, Andreas Stenger
____________________
03 Eylül 2022 / Cumartesi
ADD Hamburg’un, Hamburg Türk Toplumu (TGH) salonunda düzenlediği 30 Ağustos Zafer Bayramının 100’üncü yıldönümü büyük bir coşkuyla kutlandı.
TC Hamburg Muavin Konsolosu Cemal Alsulu’nun konuşmasının ardından ADD Hamburg Yönetim Kurulu “İşgal Yıllarından 30 Ağustos'a" adlı bir sunum yaptı.
Mehmet Serdar Temur’un konuşmasını ADD Yönetim Kurulundan Mehtap Kaplan Gökçe, Murat Comart, Şuayip Karakuş ve Ufuk Güngör topluca sundular. Sunumda önce işgal yıllarında yurdun içinde bulunduğu durum kısaca özetlendikten sonra, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Zaferin 2’nci yıldönümü olan 1924 yılının 30 Ağustos’unda Dumlupınar’da, “Şehit Asker” anıtının temelinin atılışında, sanki tarihe sunulan bir belge gibi anlamlı, ama bir o kadar da duygulu konuşmasından alıntılar okundu.
“... ileriye değil, geriye bakmak bilgisizliği ve ihtiyatsızlığını gösterenler genel medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar.”
“Uygarlığın buluşları, fennin harikaları, dünyayı şekilden şekile geçirttiği bir dönemde, yüzyıllık eskimiş düşüncelerle, geçmişe tapınmakla varlığını korumak mümkün değildir.”
Kutlamaya, Ceren Tunçbilek gitarı ve şarkılarıyla, Dr. Ayşe Glass yönetimindeki UMAY Gençlik Korosu da şarkılarla katkı sundu.
Kapanışta Arzu Akyürek’in coşkulu şarkılarına piyanoda Mete Tiril ve gitarda Gürcan Koruk eşlik ettiler.
Foto galeri:
ADD Hamburg Başkanı Mehmet Serdar Temur'un 30 Ağustos 2022 Zafer Bayramı Konuşması
Hamburg Türk Toplumu (TGH) Salonu
Hospitalstraße 111 / Haus 7
22767 Hamburg
İşgal Yıllarından 30 Ağustos’a
“Nemiz varsa; bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaş olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batı’nın, vicdanımızı Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak; hepsini, her şeyi, 30 Ağustos zaferine borçluyuz.” (1)
“Hiçbir zafer gaye değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük olan bir gayeyi elde etmek için gereken en belli başlı vasıtadır.” (2)
Çanakkale’yi İngiliz ve Fransızlar paylaşmıştı. Kars, Iğdır Ermeniler tarafından, Antep, Urfa, Maraş önce İngilizler, sonra pazarlık neticesi Fransızlar tarafından işgal edilmişti. Mersin, Antakya, İskenderun, Osmaniye’yi de işgal eden Fransızlar, ayrıca Zonguldak’a, Ereğli’ye asker çıkarıp kömür işletmelerimize de el koymuşlardı. İtalyanlar, Muğla, Bodrum, Datça, Marmaris, Fethiye, Köyceğiz, Selçuk ve Kuşadası’na yerleşmiştiler, askerleri Antalya’da, Konya’da, Burdur’da devriye geziyordu.
Ordu dağıtılmıştı, silahları alınmıştı. İstanbul sokaklarında, İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikalı, Yunan, Cezayirli, Faslı, Hintli, hatta Japon askerleri devriye geziyordu. İşgali destekleyen Amerikan, İspanyol ve Japon savaş gemileri Marmara’ya demirlemişti. Fener Rum Patrikhanesi’nin kapısına Bizans bayrağı çekilmişti. İstanbul fiilen İngiltere toprağı olmuştu. İstanbul’a gelmek isteyen bir Türk, İngiltere’den vize almak zorundaydı. (3) İzmir Yunanlar tarafından işgal edilmişti.
İşgalci emperyalist devletler, 1918-1920 yılları arasında Anadolu’nun paylaşımı konusunda aralarında çıkan anlaşmazlıkları çözmek için 102 oturum yapmış, görüşmüş, kendi aralarında ikili anlaşmalar yapmışlardı. (4)
İngilizler vatanı işgal etmişti ama, Osmanlı padişahı Vahdettin İngiliz Dostları (Muhipleri) Derneğinin baş üyesiydi. Derneğin başkanı görülen Sait Molla aslında maşaydı, derneğin asıl başkanı İngiliz İstihbarat Teşkilatından rahip Robert Frew’du. Yani yeryüzünün İslam halifesi, bir rahibin emri altına girmişti.
Padişahın ablası ile evli olan başbakan Damat Ferit: “Bütün umudum Allah’ta ve İngiltere’de” diyordu. Ayrıca Amerikancılar da vardı. Onlar da Amerikan himayesine girmek istiyorlardı.
Osmanlı’nın üç başkenti; Bursa, Edirne, İstanbul artık yoktu. Ve bu ortamda, 10 Ağustos 1920’de İstanbul’daki Osmanlı, işgali onaylayan, yurdu paramparça eden, Türkleri Anadolu’nun ortasına sıkıştıran Sevr Antlaşmasını imzaladı. Ankara’daki Büyük Millet Meclisi Antlaşmayı şiddetle reddetti, yok hükmünde saydığını tüm dünyaya ilan etti.
Yıllarca süren savaşlar sonucu kadın nüfusu erkek nüfusunun altı katı olmuştu. Her bir erkeğe karşılık altı kadın vardı. (5) Frengi hastalığı, fuhuş ve de eşkıyalık patlamıştı.
Sayın Muavin Konsolosumuz Cemal Alsulu,
Değerli Konuklarımız,
Değerli Üyelerimiz,
Değerli Yurtseverler,
Kurtuluş Savaşının büyük zaferini, 30 Ağustos Zafer Bayramı‘nın 100’üncü yılını anmak için toplandık.
Hoşgeldiniz.
Albay Bekir Sami’nin ifadesiyle: “Kurtuluş Savaşı, aslında, kendi vatanlarında vatansız kalanların, vatan yapma mücadelesidir.” (6)
Son yıllarda Atatürk merkezli tarihi olaylar ve zaferler başka tarihi olaylarla ve zaferlerle gölgelenmek isteniyor. 23 Nisan'ı gölgelemek için aynı dönemlere denk gelen Kut Zaferi; 19 Mayıs'ı gölgelemek için de 29 Mayıs İstanbul'un fethi öne çıkarılıyor. Ağustos ayındaki Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi de Malazgirt Zaferi'yle gölgelenmek isteniyor. Yine aynı şekilde, Sakarya Meydan Muharebesi de hak ettiği görkemle anılmıyor. Oysa, 30 Ağustos zaferi olmasaydı, kutlayacak “Malazgirt Zaferi” kalmazdı. 6 Ekim 1923’te İstanbul’un kurtuluşu olmasaydı, kutlayacak “İstanbul’un fethi” de kalmazdı.
“Fetihleri” hatırlayıp “kurtuluşları” unutmak, o toprakları yeniden vatan yapanlara büyük bir saygısızlıktır. (7)
Emperyalizm, işgal ettiği, sömürmek istediği ülkelerin gelişmesini, çağdaş olmasını hiç bir zaman istememiştir, istemez. 30 Ağustos Zaferi kazanılamasaydı, Cumhuriyet ilan edilemez, demokratik, laik, kadın-erkek eşitliğine, hukukun üstünlüğüne dayanan, yani Türkiye’yi çağdaşlaştıran Cumhuriyet Devrimleri yapılamazdı.
30 Ağustos, ‘Kurtuluş’u belirleyen savaştır. ‘Kurtuluş’ olmadan ‘Kuruluş’a başlanamazdı. Bu süreçte “... Ankara yönetimi, birden çok devlet, millet ve toplulukla savaşıp çekişmiş, çatışmıştır; barış görüşmelerinde de yine birçok devletle mücadele etmek zorunda kalmıştır.“ (8)
1921 Sakarya savaşında 220 bin kişiye ulaşan Yunan kuvvetleriyle birlikte, İngiliz, Fransız, İtalyan, Hintli kuvvetleri, Ermeni ve Pontus Çeteleri ve bunların dışında Anadolu’daki iç isyancıları da hesaba katarsak, “Kurtuluş Savaşı’nda Türk ordularının karşısındaki düşman gücü ortalama 322.000 kişi civarındadır”.(9) İşte işgalcilerin hiç beklemediği ‘Büyük Taarruz’ yani ‘Büyük Hücum / Büyük Saldırı’ 26 Ağustos 1922’de bu şartlarda, baskın şeklinde başladı ve 30 Ağustos’ta zaferle tamamlandı. Mustafa Kemal Atatürk’ün komuta ettiği bu beş güne ‘Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ diyoruz.
Zafer sonrası 11 Ekim 1922’de Türklerin zaferini dünyaya ilan eden Mudanya Ateşkes Antlaşmasında, yenilip perişan olan işgalci Yunan tarafı, sonuçta masada bile yer almadı. Antlaşma, Ankara hükümetiyle Yunanistan’a çok yüklü silah ve maddi destek veren, kışkırtan, şımartan İngiltere’yle, Fransa ve İtalya arasında yapıldı. Sadece bu gerçek bile esas düşmanın kim, ya da kimler olduğunu çok açıkça göstermektedir. Mudanya Ateşkes Antlaşmasına göre Doğu Trakya, Edirne’yi de içine alacak şekilde Yunanlar tarafından boşaltıldı, İstanbul ve Boğazlar, bazı kayıtlarla Kuvay-ı Milliye’ye (Türk Milli Kuvvetlerine) bırakıldı. 30 Ağustos Zaferiyle, işgal edilmiş olan Türk Yurdu emperyalistlerden, onların maşası olan işgalcilerden ve Türk Milleti de sömürge olmaktan kurtuldu ve yine bu zaferle Lozan antlaşmasına giden yolun önü açıldı. Lord Curzon Lozan görüşmelerinde gayet pişkince:
“Siz, Yunanistan’ı yendiniz, İngiltere’yi değil; bunu unutmayın” derken, İsmet İnönü’nün aklından geçenler şüphesiz şöyleydi: ‘Güneyde müttefikiniz Fransızları yendik. Onun silahlandırdığı Ermenileri ve Pontus çetelerini yendik. Müttefikiniz İtalyanları Anadolu’dan uzaklaştırdık. İstanbul yönetimiyle birlikte azdırdığınız isyancıları yendik. Silah ve para ile desteklediğiniz Kuva-yı İnzibatiye’yi yendik. En son olarak da maşanız Yunan ordusunu denize döktük. Mondros’u yendik, Sevr’i yendik. Üçlü anlaşmayı yendik. Bunların hepsini arkasında siz vardınız, hepsinin ipleri, dümeni, düğmesi sizin elinizdeydi. Biz, asıl sizi yendik. Entrikalarınızın nedeni bu. Bunu örtbas etmeye, kaybınızı gidermeye çalışıyorsunuz. Biz sizi burada da yeneceğiz!’ (10)
Aynen de öyle oldu. Zaferden on bir ay sonra, 24 Temmuz 1923’te, yani Cumhuriyet’in ilanından yaklaşık üç ay önce Türkiye Cumhuriyeti'nin tapusu olan Lozan antlaşması, tam bağımsızlığımızın tescili olarak imzalandı.
Sonra 6 Ekim 1923'te İstanbul, istilacı emperyalistlerden, yani en başta İngilizlerden, silahsız bir zaferle kurtuldu. Ve işgalciler Atatürk'ün ifadesiyle “geldikleri gibi gittiler”. Hemen ardından, 29 Ekim 1923’te yine Atatürk’ün önderliğinde antiemperyalizm, uygarlaşma ve çağdaşlaşma temeline oturtulan ama aslında uygulama şekliyle 23 Nisan 1920’de kurulmuş olan bağımsız Cumhuriyetimiz ilan edildi.
Mustafa Kemal Atatürk, savaş anılarını konuşmaktan hoşlanmayan, “ulusun yaşamı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir” (11) diyen, “Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük olan bir amacı elde etmek için gereken en belli başlı araçtır.” (12) diyen bir komutan. O'nun için askeri orduların dışında iki ordu daha vardır. Eğitim ve kültür ordusu, ekonomi ordusu.
Çanakkale’ye, Kurtuluş Savaşının yaşandığı yerlere, savaştığı diğer alanlara daha sonra hiç gitmedi. Yalnız Cumhuriyetin ilanından bir sonraki sene, yani 1924 yılının 30 Ağustos’unda Dumlupınar’da, “Şehit Asker” anıtının temelinin atılışında, sanki tarihe sunulan bir belge gibi anlamlı, ama bir o kadar da duygulu bir konuşma yaptı:
“... gerçek niteliği bugünkü açıklamalardan çok, yarın, tarihin yargıçları olan araştırmacıların incelemeleriyle, daha iyi anlaşılabilecektir” ... dedikten sonra, bu büyük savaşta Türk milletinin, kendisini başkomutanlığa layık gördüğü için duyduğu mutluluğu dile getirdi:
“... Bu görevin mutlu anısını, ulusuma duyduğum minnetle, ömrüm oldukça övünerek saklayacağım.”
Destan gibi bir anlattığı bölüm, Şevket Süreyya Aydemir’in tanımıyla, “savaş alanında yapılan bir barış söylevi, savaş edebiyatının bir şaheseridir.” (13)
“... Güneş batıya yaklaştıkça, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda seziliyordu. Bir zaman sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi. Karanlıklar içinde bu yıkım gerçekleşmeliydi. Gerçekten gökyüzünün karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara saldırdılar. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tümüyle mahvolmuş, perişan bir kılıç artığı kitle bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi çok korkan ve titreyen, şekilsiz bir kitle, tuhaf bir karmaşa halinde kaçmak için açıklık arıyordu. Artık gecenin koyulaşan ağırlığı, sonucu gözle görmek için güneşin tekrar doğudan doğmasını beklemeyi zorunlu kılıyordu.”
Sonra, ertesi gün savaş alanını gezerken karşılaştığı görüntüleri dile getirdi, hem “gerçek bir kıyamet yeri” olarak tanımladığı savaş alanını, hem de savaşın felsefesini yaptı: (14)
“... ertesi gün tekrar bu savaş alanını dolaştığım zaman, ordumuzun kazandığı zaferin yüceliği ve buna karşılık düşman ordusunun düşürüldüğü felâketin büyüklüğü beni çok duygulandırdı. Karşı sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün kapalı kalmış yerler bırakılmış toplarla, otomobillerle ve bitmez tükenmez donatım ve malzeme ile ve bütün bu bırakılan şeylerin aralarında yığınlar oluşturan ölülerle ve toplanıp merkezlerimize gönderilmekte olan sürü sürü esir gruplarıyla, gerçekten bir kıyamet yerini andırıyordu.”
“... savaş ve özellikle meydan savaşı yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan savaşı, milletlerin tüm varlıklarıyla; teknik alandaki başarılarıyla, ahlaklarıyla, kültürleriyle, erdemleriyle, kısacası gözle görünür görünmez bütün güç ve varlıklarıyla, her türlü araç ve olanaklarıyla çarpıştığı bir sınav alanıdır. Bu alanda çarpışan milletlerin, gerçek güçleri ve değerleri ölçülür. Sonuç, yalnız gözle görünür gücünün değil, bütün güçlerin, özellikle ahlaktan ve kültürden gelen güçlerin üstünlüğünü ortaya koyacaktır.”
“... Tarih; başlarındaki taht sahipleri ya da hırslarını yenemeyen politikacılar elinde, birtakım boş ve yersiz isteklere oyuncak olmuş istilacı orduların, istilacı milletlerin uğradığı, buradaki gibi korkunç sonuçlarla doludur... Türk vatanını ele geçirmek düşüncesini, Türk'ü tutsak etme hayalini genel, ortak bir düşünce haline koymaya çalışanların da hak ettikleri sondan kurtulamamış olduklarını gözlerimizle gördük.”
“... bir memleketi ele geçirip işgal etmek, o memleketlerin sahiplerine hükmetmek için yeterli değildir. Bir milletin ruhu ele geçirilmedikçe, bir milletin kararlılığı ve iradesi kırılmadıkça, o millete hükmetmenin imkânı yoktur. Halbuki yüzyılların çocuğu olan bu millî ruha, kalıcı ve sürekli bir millî iradeye hiçbir kuvvet karşı koyamaz. Tutsak olmak istemeyen bir milleti, esaret altında tutmayı başarabilecek kadar güçlü zorbalar, artık dünya üzerinde kalmamıştır. Türk milleti burada kazandığı zaferle, gösterdiği azim ve irade ile bu gerçeği tarihin sinesine çelik kalemle yazmış bulunuyor. Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son devresi olan 30 Ağustos Savaşı, çok parlak zaferlerle dolu Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir... Burada kazanılan zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir yön vermede bu kadar etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Açıktır ki, yeni Türk Devleti’nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı. Sonsuz yaşamı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçuşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin sonsuz koruyucularıdır... Burada temelini attığımız “Şehit Asker” anıtı... Türk vatanına göz dikeceklere, Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, saldırısını, gücü ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.“
“... Milli egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, tahtlar taçlar yanar, yok olur. Milletlerin tutsaklığı üzerine oturtulmuş kurumlar, her yerde er geç yıkılacaktır. Avrupa’nın ortasından, Doğu’nun öbür ucundaki binlerce yıllık ülkelere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğu’nun hak ettiği sonu daha iyi anlarız. Arkadaşlar, saraylarının içinde Türk'ten başka unsurlara dayanarak, düşmanlarla birleşerek Anadolu'nun, Türklüğün karşısında yürüyen çürümüş gölge adamların Türk vatanından sürülmeleri, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir.”
“... Bunca acıya katlanıp yıkımlara uğradıktan sonra, Türk artık öğrenmiştir ki, bu yurdu yeniden kurmak ve orada mutlu ve özgür yaşayabilmek için egemenliği hiç elden bırakmamak ve evlatlarını Cumhuriyet bayrağı altında, örgütlü ve bilinçli bulundurması gereklidir.”
“... Yüzyıllardan beri Türkiye’yi yönetenler, çok şeyler düşünmüşler, ancak bir şeyi düşünmemişlerdir. Türkiye’yi. Bu düşüncesizlik yüzünden, Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararları, ancak bir şekilde giderebiliriz. Türkiye’de Türk’ten başka bir şey düşünmemek. Ancak bu düşünceyle hareket ederek her türlü kurtuluş ve mutluluk hedeflerine ulaşabiliriz.” Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e göre: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.”(15) ve “Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür.“
Gazi, konuşmasına daha sonra “... ileriye değil, geriye bakmak bilgisizliği ve ihtiyatsızlığını gösterenler genel medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar” diye devam etti.
“Efendiler! Milletimizin hedefi, milletimizin ideali bütün dünyada tam anlamıyla medeni bir toplum olmaktır. Çünkü dünyada bir milletin varlığının değeri, özgürlük ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı medeni eserlerle orantılıdır. Medeni eser yaratmak yeteneğinden yoksun olan milletler özgürlük ve bağımsızlıklarını kaybetmeye mahkûmdur. Medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde ileriye değil, geriye bakmak bilgisizliği ve ihtiyatsızlığını gösterenler genel medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar... Medeniyet yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, ekonomik hayatta, ilim ve fen alanında başarılı olmak için tek gelişme ve ilerleme yolu budur. Yaşamayı ve gelişmeyi sağlayan hükümlerin zamanla değişmesi, gelişmesi, yenileşmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.“ (16)
“Uygarlığın buluşları, fennin harikaları, dünyayı şekilden şekile geçirttiği bir dönemde, yüzyıllık eskimiş düşüncelerle, geçmişe tapınmakla varlığını korumak mümkün değildir.”
Lozan’da görüşmelere ara verilmişti, işgalciler kapitülasyonları kaldırmaya kesin olarak yanaşmıyorlardı. Mustafa Kemal o arada 17 Şubat 1923’te, İzmir’de Ekonomi (İktisat) Kongresini toplamıştı. O kongrenin açılışında: “Siyasal, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa, kazanılan zaferler devamlı olmaz, az zamanda söner.” demişti. (17)
İşte o sözlerin benzerini burada da paylaştı:
“... Milletimiz burada belirlediğimiz büyük zaferden daha önemli bir görev peşindedir. O zaferin anlaşılması milletimizin ekonomi alanındaki başarılarıyla mümkün olacaktır. Bilirsiniz ki, ekonomik açıdan zayıf bir yapı fakirlikten kurtulamaz, kuvvetli bir uygarlığa, refah ve mutluluğa kavuşamaz, sosyal ve siyasal felâketlerden yakasını kurtaramaz... Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından önce ekonomisini düşünmüş olmasın.”
“... Ulusumuzdaki güçlü karakter, sarsılmaz inanç, ateşli milliyetçilik; ekonomik gelişmeyle gerektiği gibi güçlendirilmelidir.”
“... bugün, insanca yaşamanın koşulları bütün kesinliği ile ortaya çıkmıştır... Akla aykırı uydurma şeyler, kafalardan çıkmalıdır. Her türlü yükselme ve gelişmeye istekli milletimizin sosyal devrim adımlarını kesmek, küçültmek isteyen engeller ortadan kaldırılmalıdır...
Son sözlerimi, yalnızca ülkemizin gençlerine yöneltmek istiyorum: Gençler! Geleceğe güvenimizi güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitimle, bilgiyle, insanlıktaki üstün niteliklerin, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.”
Namık Kemal’in dizelerini daha Harp Okulu’ndayken belleğine kaydetmişti;
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini
Yokmuş kurtaracak bahtı kara maderini”
O dizeleri yıllar sonra 1919 yılının 24 Aralığında Kırşehir’de kendisini dinleyen kalabalığa, değiştirerek şöyle okumuştu:
“Vatanın bağrına düşman dayasa hançerini
Elbet bulunur kurtaracak bahtı kara maderini”
Sözünü tutmuştu. Çünkü daha Selanik yıllarında kararını vermişti;
“Bir adam ki ... memleketin kurtulamayacağı kanaatinde bulunur, bu, adam değildir." (18)
3 yıl sonra 20 Ekim 1927’de, Büyük Nutkunun sonunda “Gençliğe Hitabe”sinde, sesi titreyerek ve gözyaşlarına da hakim olamayarak gençliğe görev verecekti:
“Birinci görevin, Türk Bağımsızlığını, Türk Cumhuriyetini sonsuza kadar korumak ve savunmaktır. Varlığının ve geleceğinin biricik temeli budur.”
Atatürk’ün, O’nun silah arkadaşlarının, kadın, erkek ve çocuk tüm şehitlerimizin, Vatandan ve Milletten başka sevgili tanımayan, canını vatanı için, tam bağımsız Türkiye için veren kahraman şehit ve gazilerimizin, Kemalist devrimcilerin önünde minnetle, saygıyla eğiliyoruz. Ruhları şâd olsun.
30 Ağustos Zafer bayramımız kutlu olsun.
Saygılarımızı, sevgilerimizi sunar, aydınlık, iyi günler dileriz.
Mehmet Serdar Temur
-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 363
(2) Mustafa Kemal Atatürk, Ankara, 16 Eylül 1921, Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk'ü Özleyiş, I, 1998, s. 66
(3) Yılmaz Özdil, Son Cüret, 1.Basım, s. 29-35, 62, 194
(4) Sinan Meydan, 30 Ağustos ruhu, Kemalist bir Türk’ün idamı ve bugün, 28 Ağustos 2010, İlk Kurşun
(5) Yılmaz Özdil, Son Cüret, 1.Basım, s. 297
(6) a.g.e. s. 71
(7) Sinan Meydan, Bu toprakları yeniden vatan yapan zafer Büyük Taarruz, 27 Ağustos 2018, Sözcü
(8) Turgut Özakman, Vahdettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele, s. 449.
(9) Sinan Meydan, 30 Ağustos ruhu, Kemalist bir Türk’ün idamı ve bugün, 28 Ağustos 2010, İlk Kurşun
(10) Turgut Özakman, Cumhuriyet, Bilgi Yayınevi, Ekim 2009, 11. Baskı, s.189
(11) 1923, Adana
(12) Mustafa Kemal Atatürk, Ankara, 16 Eylül 1921, Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk'ü Özleyiş, I, 1998, s. 66
(13) Metin Aydoğan, 30 Ağustos Zaferi ve büyük “Barış Söylevi” 30 Ağustos 2013 (“Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İstanbul-1998, sf. 75 ve 77)
(14) Hâkimiyet-i Milliye, 31.08.1924
(15) Prof. Dr. Afet İnan, Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün el yazıları, Atatürk Araştırma Merkezi, s. 425
(16) Sinan Meydan, Türkiye’nin Rönesans Ufku, 28 Ağustos 2010, 12 Ekim 2020 (Atatürk'ün Bütün Eserleri, (ATABE), C.16, s. 288)
(17) Sinan Meydan, 1923 Kuruluş ayarlarına dönmek, s. 301 (Atatürk’ün Bütün Eserleri C 15, s. 144)
(18) Mustafa Kemal'in Falih Rıfkı ve Mahmut Bey'e Verdiği Mülâkat, 13 Mart 1926, Milliyet Gazetesi
Sunumun ardından Nazım Hikmet'in "Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü" ve "Hiçbir Ağaç Böyle Harikulade Bir Yemiş Vermemiştir" şiirleri piyano eşliğinde seslendirildi.
____________________
25 Haziran 2022 / Cumartesi
Prof. Dr. Ahmet Cemal Saydam'ın Kanal İstanbul Projesinin Çevreye Etkileri ile ilgili konferansı Hamburg Türk Toplumu (TGH) salonunda büyük bir ilgiyle izlendi. Prof. Saydam konferansın son bölümünde yöneltilen soruları yanıtladı.
http://gazetem.eu/kanal-istanbul-planini-rafa-kaldirmayin-unutun
Foto galeri:
ADD Hamburg Başkanı Mehmet Serdar Temur'un açış konuşması:
Değerli Konuklarımız,
Değerli Üyelerimiz,
Atatürkçü Düşünce derneği olarak bugün burada Hamburg’da, Cumhuriyetin yetiştirdiği çok değerli bir bilim insanını ağırladığımız için çok mutluyuz. Yönetim Kurulu olarak bundan üç yıl önce 2019’da planladığımız, 2020’nin ilk aylarında gerçekleştirmek istediğimiz bu projemizi salgın hastalık Kovid 19 nedeniyle sürekli ertelemek zorunda kaldık. Ama şimdi, nihayet sayın Prof. Ahmet Cemal Saydam ve eşleri İzmir’den kalkıp geldiler, buradalar, aramızdalar. Hoşgeldiniz, şeref verdiniz.
“Atatürk” deyince, “Atatürkçülük” deyince, “Kemalizm” deyince ne anlıyoruz? Aklımıza hangi kavramlar geliyor?
“Kurtuluş..., tam bağımsızlık..., özgürlük...”
Sonra, “kuruluş“... devrimler, akılcı rasyonel düşünce, düşünen, sorgulayan, kula kulluk etmeyen yetkin, özgür bireyler...
Kısaca, Türk Aydınlanması... Vicdan ve ibadet özgürlüğü, inançlara serbestlik. Kadının insan onuruna yakışan hakları. Sanatın ön plana çıkarılması ve hiç yılmadan çalışmak...
Ama Atatürkçülük aynı zamanda, doğanın korunmasını da kapsar. Örneğin,
- İşe yaramaz diye düşünülen bir arazide, Atatürk Orman Çiftliği kurmak, bunu başarmak; veya
- Ağacın dalı kesilmesin diye Yalova’daki köşkün altına tramvay rayı döşeyip, köşkü ağaçtan uzaklaştırmak da Atatürkçülüktür.
- Kaz Dağlarındaki ağaç ve doğa katliamına karşı direnmek de Atatürkçülüktür.
Prof. Saydam da işte tam bu bağlamda aramızda bulunuyor. Kendileri, Kanal İstanbul projesinin çevreye, doğaya etkileri konusunda bizleri bilgilendirecekler. Bu konferansın modaratörlüğünü ADD Hamburg 2. Başkanı Ufuk Güngör yapacak. Şimdi mikrofonu, Prof. Saydam’ın kısa özgeçmişi için kendisine veriyorum. Saygılar sunarım.
--------------------------------------------------------------------------
Prof. Dr. Ahmet Cemal Saydam'ın kısa özgeçmişi
Sunum: ADD Hamburg 2. Başkanı Ufuk Güngör
Prof. Dr. Ahmet Cemal SAYDAM 2 Eylül 1951 İstanbul doğumludur. Evli ve 2 çocuk sahibidir.
Lisans derecesini 1974 yılında ve yüksek lisans derecesini 1976 yılında ODTÜ Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’nden, Doktora derecesini ise 1981 yılında Liverpool Üniversitesi Oşinografi Bölümünden almıştır.
1975 yılında Asistan, 1981 yılında Yardımcı Doçent, 1986 yılında Doçent, 1991 yılında Profesör unvanlarını almıştır
1975 -1995 yılları arasında ODTÜ Erdemli Deniz Bilimleri Enstitüsünün kuruluşundan başlayarak araştırma ve eğitim faaliyetlerinde yer almıştır.
1996 - 2004 yılları arasında TÜBİTAK Başkanlığında çeşitli görevlerde ve en son Başkan Yardımcılığı pozisyonunda görev yapmıştır.
2002 - 2018 yılları arasında Hacettepe Üniversitesi Çevre Mühendisliği Bölümünde öğretim üyeliği görevi yapmış̧, 2018 yılında yaş haddi nedeni ile emekli olmuştur.
Çalışma alanları: Karadeniz Marmara Denizi Boğazlar ve Haliç üzerinde uzmanlaşmıştır. Sahra tozlarının taşınımı, bulut içi reaksiyonları ve tabiat üzerindeki etkileri konusunda araştırmaları halen devam etmektedir. Türkiye’nin ilk uydu alıcı istasyonun kurulması, Doğu Anadolu’da tam otomatik kar rasat istasyonlarının kurulması ve çalıştırılması gibi faaliyetlerde de bulunmuştur. Türkiye’nin ilk uydusu olan BİLSAT’ın ÇOBAN adlı algılayıcısının da tasarımcısıdır.
Ülkemizi NATO’nun bilimsel kanadında ve AB Araştırma Fonlarında temsil etmiştir. “Havadan Tozdan” adlı kitabın da yazarıdır.
“Akıllı Bulut Yönetimi” olarak adlandırabileceğimiz EP2277371B1 “Precipitation management method by desert soil” patentin de buluş̧ sahibidir.
“A method for obtaining combustible gasses from rocks for energy production” US 10,266,404 B2 numaralı patenti 23 Nisan 2019’da almıştır.
“A method for obtaining hydrogen gas from chitin containing materials" WO2021112778A1nolu ve;
“A method for producing chitosan” WO EP, EP3976662A1 patentleri inceleme aşamasındadır.
Dr. Saydam’ın Science Citation İndex’e giren dergilerde 35 toplam 57 adet yayını ve bunlara yapılan 2563 adet atıfı vardır.
---------------------------------------------------------------------------
Prof. Dr. Ahmet Cemal Saydam'ın Kanal İstanbul Projesinin Çevreye Etkileri Konferansının özeti.
"Rafa Kaldırın Demedim, Unutun Dedim!"
-------------------------------------------------------------------------
Prof. Dr. Ahmet Cemal Saydam'ın sunumundan bazı görseller:
____________________
21 Mayıs 2022 / Cumartesi
19 Mayıs 1919’un 103'üncü Yıldönümü Kutlaması
Foto galeri:
ADD Hamburg Başkanı Mehmet Serdar Temur'un konuşması:
“1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Genel durum ve görünüş: Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu topluluk, Dünya Savaşı’nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her yanda zedelenmiş, koşulları ağır bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Büyük savaşın uzun yılları boyunca, ulus yorgun ve yoksul bir durumda... Padişah ve halife olan Vahdettin, soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça yollar araştırmakta... Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta... İtilaf devletleri, ateşkes anlaşması hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar.”
Atatürk, Samsun’a çıktığındaki durumu, Söylev’inde böyle anlatmaya başlıyor. Sonra kısa bir durum tespiti yapıyor ve kurtuluş çaresi olarak şunu söylüyor:
“Efendiler, bu durum karşısında tek bir karar vardı. O da millî hakimiyete dayanan kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak.“
İngilizlerin rapor yazma yetkisindeki Baş Tercümanı Ryan ise, Türkiye’de nasıl bir yönetim olması gerektiğini, yine aynı yılın, yani 1919’un 25 Aralık tarihini taşıyan raporunda, şöyle belirtiyordu:
“Amacımız bölmek ve hükmetmek olmalıdır. Biz gerçek ideali “din”miş gibi davranacak, çıkarcı bir grubu idareci olarak takdim etmeye çalışacağız.”
Sayın Başkonsolosum,
Değerli Gençler,
Değerli Dostlarımız,
Değerli Üyelerimiz,
hoş geldiniz, şeref verdiniz.
19 Mayıs 1919 Türk Bağımsızlık Savaşının doğum günüdür. Mustafa Kemal Paşa’nın Türk Kurtuluşunu örgütlü bir şekilde başlatmak için Samsun’da Anadolu topraklarına ayak bastığı tarihtir.
1. Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlı, 30 Ekim 1918’de, Mondros Ateşkes Antlaşmasını imzaladı. Antlaşma, bir işgal antlaşması olarak uygulandı. İşgalcilerin Donanmaları ve askerleri İstanbul’daydılar. Fransızlar Adana’yı, İngilizler Urfa, Maraş ve Antep’i işgal ettiler. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun'a çıkışından 4 gün önce 15 Mayıs 1919’da Yunan ordusu İngilizlerin teşviki ve İtilaf Devletlerinin onayıyla İzmir’e çıkarılmıştı. Antalya ve Konya'da İtalyan birlikleri, Merzifon'la Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyordu.
Osmanlı Padişahı Vahdettin, Samsun ve çevresindeki orduya bir müfettiş arayışındaydı. Bu müfettişin, ya da komutanın görevi, Anadolu'da bir direniş başlatmak değil, İngilizlerden alınan talimat gereği, işgal güçlerine karşı bölgede oluşan Türk direnişini etkisiz hale getirmek, düşmana direnenleri susturmak, dağıtılmamış Türk ordularını dağıtmak ve halkın elindeki silahları toplamaktı.
Mustafa Kemal Paşa, o görevin kendisine verilmesini sağladı. Samsun’a çıktıktan sonra da, Türk direnişini önlemek yerine, müfettişten beklenen görevin tam tersini yaptığı için, yani Milli Kuvvetleri işgalci emperyalizme karşı örgütlediği için, İstanbul’a geri çağrıldı, dönmeyince de bir ay dolmadan, 8 Haziran 1919'da geri çağırıldı, iki ay dolmadan, 8 Temmuz 1919'da görevinden alındı.
Mustafa Kemal'in şifreli mesajlarındaki kod adı “Nuh”tu. Bilmiyoruz, belki emperyalistlerin işgalini “tufan”a, Bandırma Vapuru'nu da “Nuh'un gemisi”ne benzetiyordu.
Mustafa Kemal Paşa’nın, padişah Vahdettin tarafından idam fermanı onayladığında, 24 Mayıs 1920'de, O’nun Samsun'a çıkışının üstünden yalnız 1 yıl 5 gün geçmişti.
Atatürk’ün “Benim doğum günüm“ dediği 19 Mayıs, ruhunda tam bağımsızlığı barındırır. Ama 19 Mayıs, sömürgeciliğe, tutsaklığa karşı, dünyadaki ilk “tam bağımsızlık” savaşının başlangıcı olduğu kadar, saraylardaki sultanların kişisel egemenliğinden ulusal egemenliğe geçişin de başlangıç tarihidir. İki boyutlu bir başkaldırıdır.
19 Mayıs’ta siyasi, mali, ekonomik, hukuki, askeri, kültür gibi her alandaki tam bağımsızlık ve sultana karşı “milli egemenlik” Samsun’a ayak bastı.
Amasya Genelgesi’nde “Milletin bağımsızlığını yine milletin azmi kurtaracaktır” dedi.
1920’de, “Meclis’in üstünde hiçbir güç ve kuvvet yoktur” dedi.
20 Ocak 1921’de, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda (1921 Anayasasında) “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” dedi.
Sonra, 30 Ağustos 1922 Zaferi. İşgalcilerin yenilip, perişan olup, denize dökülüşü.
Mustafa Kemal Atatürk’e göre “Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer, ancak kendisinden daha büyük olan amacı elde etmek için gereken en belli başlı araçtır.” Öyleyse kurtuluştan sonra kurulacak ve ilkesi “Yurtta Barış, Dünyada Barış” olacak olan Cumhuriyetin amacı “süngü zaferleri değil, ekonomi ve ilim zaferleri olmalıydı.”
1 Kasım 1922'de saltanat kaldırılıp “tek adam” otoritesine son verildi.
8 Kasım 1922’de, Türk heyetinin Lozan Konferansı için İstanbul’dan yola çıkışından 9 gün sonra, 17 Kasım 1922’de Osmanlı Padişahı Vahdettin “Müslümanların Halifesi” sıfatıyla işgalci İngilizlerin Malaya Zırhlısına binip yurttan kaçtı.
29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi.
Mustafa Kemal, daha 17 Şubat 1923, İzmir İktisat Kongresinde: “Tam bağımsızlığı sağlayabilmek için tek gerçek güç, en güçlü temel kesinlikle ekonomidir.“ diyordu. Ekonomi bir an önce düzeltilmeli, yurttaşın gelir düzeyi, kendisine olan özgüveni yükseltilmeliydi. Vatandaş, çaresiz ve muhtaç olarak, bir daha kolayca tek kişinin peşinden sürüklenir duruma düşmemeliydi.
Cumhuriyetle birlikte Orta Çağ’ı yaşayan bir din ve tarım toplumunda devrim yapıldı. Devletin temeli adalet oldu, tarafsız hukuk oldu. Artık en gerçek yol gösterici bilim ve akıl olmalıydı. Türkiye Cumhuriyetinde kul olmayan, bilimsel düşünen, sorgulayan akla sahip, özgür insanlar yetişmeliydi.
İşte 19 Mayıs bütün bunların başlangıcı olan gündür. Bugün tüm Cumhuriyet devrimleriyle beraber Türk Aydınlanması, laiklik, kadının insanlık onuruna yakışan hakları, çağdaşlaşma ve demokrasi Samsun’a ayak bastı. “Mustafa Kemal, bu görkemli uygarlık tasarımının hem düşünürü, hem örgütleyicisi hem de uygulayıcısıydı.” (1)
Samsun’dan Havza’ya geçerken yorgun, harap otomobil arıza yaptı. Beklemek karakterine uymaz. Yürürken, Gençlik Marşını söylemeye başladı. “Dağ başını duman almış / Gümüş dere durmaz akar / Güneş ufuktan şimdi doğar / Yürüyelim arkadaşlar!”
Daha sonra: “Ben Türk ufuklarında bir gün er geç güneşin doğacağına, bizi ısıtacağına, bize güç vereceğine o kadar emindim ki bunu adeta gözlerimle görüyordum” diyecekti.
Ahmet Taner Kışlalı’nın sözleriyle: “Kemalizm geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.”
Bugün, Türk Bağımsızlık Savaşının doğum gününü, gençlere armağan edilen onurlu bir başlangıcın 103’üncü yılını kutluyoruz.
19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramımız Kutlu Olsun.
Mehmet Serdar Temur
(1) Özer Ozankaya, 19 Mayıs: Mustafa Kemal’i ATATÜRK Katına Yücelten Uygarlık Yolculuğu, 20 Mayıs 2008, İlk Kurşun
Auszüge aus der Rede des Vereinsvorsitzenden Mehmet Serdar Temur:
Am 19. Mai des Jahres 1919 erreichte ich Samsun.
...
In dieser Situation gab es nur ein Zielbild: Die Gründung eines souveränen und unabhängigen türkischen Staates, wo alle Macht uneingeschränkt und unbedingt vom Volk ausgeht.
Mustafa Kemal Atatürk
...
"Unser Anliegen sollte es sein, zu Spalten und zu Beherrschen. Wir werden bemüht sein, eine Riege von Opportunisten, die agieren sollen, als sei die "Religion" deren wahres Ideal, in Führungspositionen zu installieren."
A. Ryan
25. Dezember 1919
...
Der 19. Mai 1919 gilt als der Geburtstag des türkischen Unabhängigkeitskrieges. Es ist das Datum, an dem General Mustafa Kemal anatolischen Boden betretend in der Stadt Samsun landete, um von dort aus die türkische Befreiung einzuleiten.
Nachdem das Osmanische Reich im Ersten Weltkrieg besiegt wurde, unterzeichnete es am 30. Oktober 1918 den Waffenstillstandsvertrag von Moudros. Der Vertrag wurde als Besatzungsvertrag umgesetzt. Marine und Truppen der Invasoren besetzten Istanbul. Die Franzosen besetzten Adana, die Briten Urfa, Maraş und Antep. Vier Tage vor General Mustafa Kemals Ankunft in Samsun marschierte die griechische Armee mit Zustimmung der Entente-Staaten in Izmir ein. Es befanden sich italienische Truppen in Antalya und Konya. Britische Soldaten waren in Merzifon und Samsun stationiert.
"Worin bestand die Aufgabe des Inspektors, den Sultan Vahdettin suchte?"
Gemäß den Anweisungen, die er von den Briten erhielt, war der osmanische Sultan Vahdettin auf der Suche. Die Aufgabe dieses Inspektors war es, den sich in der Region bildenden türkischen Widerstand gegen die britischen Besatzungstruppen zu verhindern, die noch nicht zerschlagenen türkischen Armeeverbände aufzulösen und die Waffenbestände der Zivilbevölkerung einzusammeln.
General Mustafa Kemal sorgte dafür, dass diese Aufgabe ihm persönlich übertragen wurde. (für die Reise war ein britisches Visum erforderlich) Auf dem Seeweg in Samsun gelandet, wurde er jedoch nach Istanbul zurückbeordert. Er vernetzte die einheimischen Streitkräfte gegen die Besatzungsmächte des Imperialismus.
...
Und als er sich weigerte zurückzukehren, enthob man ihn nach kaum zwei Monaten auf Befehl des Sultans seiner Ämter und verhängte später sogar das Todesurteil gegen ihn und seine Mitstreiter.
...
"Der 19. Mai ist mein Geburtstag."
Mustafa Kemal Atatürk"
Der 19. Mai, den Atatürk als "seinen Geburtstag" bezeichnet, ist beseelt von dem Streben nach vollkommener Unabhängigkeit. Mit ihm beginnt der erste Krieg der Weltgeschichte gegen den Kolonialismus.
...
Und er leitet die Wende ein:
von der persönlichen Souveränität der Sultane in den Palästen hin zur nationalen Souveränität. Am heutigen Tage trat in Samsun die "Nationale Souveränität" gegen das Sultanat an. „War der einzige Zweck dieses geweihten Feldzugs, das Heimatland vor den Invasoren zu retten?"
...
Nach Mustafa Kemal Atatürk sei kein Sieg das Ziel. Der Sieg sei lediglich das wichtigste Instrument, um das eigentliche Ziel zu erreichen, welches größer sei als der Sieg selbst. Demnach musste das Ziel der Republik, deren Gründungsprinzip nach der Befreiung "Frieden im Lande, Frieden in der Welt" lauten sollte, anstatt kriegerischer Siege, Triumphe wirtschaftlicher und wissenschaftlicher Natur sein.
...
Mit der Gründung der Republik wurde eine mittelalterliche, von Religion und Landwirtschaft geprägte Gesellschaft revolutioniert. Das Fundament des Staates bildeten Gerechtigkeit und eine parteilose Rechtsprechung. Wissenschaft und Vernunft sollten nunmehr die "einzig wahrhaftigen Führer" sein. In der Republik Türkei sollten freie Menschen mit wissenschaftlicher Ratio und kritischem Geist heranwachsen.
„Türkische Aufklärung und Vollkommene Unabhängigkeit“
Der 19. Mai gilt also der Beginn all dessen. Als Vorboten aller Revolutionen der Republik haben an diesem Tage in Samsun die türkische Aufklärung, der Laizismus, die Menschenwürde und die Rechte der Frauen, die Modernisierung sowie die Demokratie Fuß gefasst.
...
„Der Kemalismus bedeutet nicht das Hüten von Vergangenem, er ist gewissermaßen Wegweiser der Zukunft!“
Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı
Heute feiern wir den Geburtstag des türkischen Unabhängigkeitskrieges, den 103. Jahrestag eines ehrenvollen Auftakts.
Wir gratulieren zum 19. Mai - dem Gedenktag an Atatürk sowie den Tag der Jugend und des Sports.
Mehmet Serdar Temur
Übersetzung: Murat Büyükalp
____________________
23 Nisan 2022 / Cumartesi
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 102'nci yıl dönümü August-Lütgens-Park’ta tam bir bayram havasında geçti.
Mit einem großen Festakt im Hamburger August-Lütgens-Park wurde unter zahlreicher Teilnahme der 102te Jahrestag des 23. April 1920, Feiertag der Nationalen Souveränität und des Kindes (türk.: "23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı"), gefeiert.
Foto galeri:
____________________
10 Kasım 2021 / Cuma
Türkiye Cumhuriyetinin Kurucusu Ulu Önder Atatürk, ebediyete intikalinin 83'üncü yıl dönümünde sabah saat 9'u 5 geçe Hamburg Türk Toplumu binası önünde sevgi ve saygıyla anıldı.
ADD Hamburg Başkanı Mehmet Serdar Temur'un konuşması:
Değerli Arkadaşlar,
Değerli Üyelerimiz,
1926 yılında İzmir’de Mustafa Kemal Atatürk’e bir suikast teşebbüsünde bulunuldu. 19 Haziran 1926’da Anadolu Ajansına verdiği demeçte şöyle dedi:
“Alçak teşebbüsün benim şahsımdan çok kutsal cumhuriyetimize ve onun dayandığı yüksek ilkelere dönük bulunduğuna şüphem yoktur... Temeli, büyük Türk milleti ve onun kahraman evlatları olan büyük ordumuzun vicdanında, akıl ve şuurunda kurulmuş bulunan cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan ilham alan ilkelerimizin bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceğini sananlar çok zayıf dimağlı (akılsız, beyinsiz) bahtsızlardır... Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır (Sonsuza dek yaşayacaktır). Ve Türk milleti, güvenliğini ve mutluluğunu sağlayan ve koruyan ilkelerle uygarlık yolunda durmaksızın yürüyecektir."
Şimdi bizler burada, Türk Milletinin “uygarlık yolunda durmaksızın yürümeye kararlı evlatları” olarak bulunuyoruz.
O; “Görevim, bitmemiştir, bitmeyecektir, ben toprak olduktan sonra da devam edecektir“ demişti. (1) Şimdi bizler burada, bu kutsal görevin “bilincinde olan kişiler” olarak bulunuyoruz.
Çünkü Atatürk’ün ifade ettiği gibi, bizler biliyoruz ki; “Memleketler çeşitlidir, fakat medeniyet (uygarlık) birdir ve milletin ilerlemesi için (işte o) tek medeniyete (uygarlığa) katılması lazımdır.” Çünkü “uygarlık” denilen kavram binlerce yıl içinde Doğudan Batıya (doğru) gelişip olgunlaşmıştır ve yeryüzündeki “o tek uygarlığın” ortak ürünüdür.
Ve “... Medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde ileriye değil, geriye bakmak bilgisizliği ve ihtiyatsızlığını gösterenler genel medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar.” (2)
Bizler, Atatürk deyince ne anlıyoruz? Bekir Coşkun’un ifadesiyle: (3) "O bir insan değildir bizler için… Bir ilkedir, bir idealdir, bir rejimdir, bir ülkedir, özgürlüktür, bağımsızlıktır, medeniyettir… Biz hepsine birden 'Atatürk' deriz…"
Atatürk demek;
Olağanüstü bir zekânın ürettiği kurtuluş demektir.
Anti emperyalizm, tam bağımsızlık demektir. Şeref demektir.
Çağdaş devrimler demektir. Uygar dünyanın içinde olmak demektir.
Onurlu ve insanca yaşam demektir.
Kul değil, yurttaş olmak, fırsat eşitliği demektir.
Yetkin birey olmak demektir.
Kadın erkek eşitliği, kültür, sanat demektir.
Sorgulayan, akılcı ve bilimsel düşünce demektir.
Özgür düşünce demektir.
Türk Aydınlanması demektir.
...
Ahmet Taner Kışlalı’nın sözleriyle, ”Kemalizm, geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.”
Atatürkçü Düşünce Derneği Hamburg olarak çağdaş uygarlık yolumuzu aydınlatan Ata’mızı sonsuz minnet, şükran ve saygı ile anıyoruz.
----------------------------------------------------------------------------
(1) Atatürk'ün Bütün Eserleri, C.18, s.94. (bak. Sinan Meydan / Yaşayan Atatürk / 08 Kasım 2021 / Sözcü)
(2) Atatürk'ün Bütün Eserleri, (ATABE), C.16, s. 288 (bak. Sinan Meydan / 12 Ekim 2020 / Sözcü Gazetesi)
(3) bak. Bekir Coşkun / 21 Şubat 2015 / Sözcü Gazetesi
Foto galeri:
____________________
30 Ekim 2021 / Cumartesi
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu
http://gazetem.eu/add-hamburgdan-muhtesem-cumhuriyet-bayrami-kutlamasi/
Hamburg Türk Toplumu Salonu (TGH)
Hospitalstraße 111 / Haus 7
2267 Hamburg
ADD Hamburg Başkanı Mehmet Serdar Temur'un Cumhuriyet Bayramı Konuşması:
Zamanın Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip Atatürk’e soruyor:
Efendim, manevi mirasınız nedir?
Atatürk’ün yanıtı şöyle:
"Ben, manevî miras olarak hiçbir ayet (nass-ı katı), hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, bilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü güçlükler önünde, belki amaçlara tamamen eremediğimizi, fakat asla ödün vermediğimizi, akıl ve bilimi rehber edindiğimizi onaylayacaklardır. Zaman hızla dönüyor, milletlerin, toplumların, bireylerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur. Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar." [1]
Değerli Konuklarımız,
Değerli Üyelerimiz,
hoş geldiniz, şeref verdiniz.
Atatürk Cumhuriyetinin yüzü geleceğe dönüktür, esas amacı kendi özünü kaybetmeden uygarlaşma ve çağdaşlaşmadır.
Dünyada birçok Cumhuriyet var, ama bizim Cumhuriyetimiz başka Cumhuriyetlere benzemez, çünkü yalnız bir siyasi yönetim biçimi değildir bizim Cumhuriyetimiz.
Barışçıdır ve bütün milletlere saygı gösterir. [2]
Yurtta barışı, dünyada barışı savunur. [3]
İşgalci Batı Emperyalizmini ve onun maşalarını bir Kurtuluş Savaşıyla yenerek kurulmuş olmasına rağmen Batıya karşı değildir.
Ve öyle iddia edildiği gibi, Batılı olmak gibi bir hedefi de yoktur, Atatürk’ün sözleriyle:
“... Hiçbir milleti taklit etmeyecektir, ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır, ... yalnızca özleşecektir”. [4]
Uygar ve çağdaş olacaktır: “… Memleketler çeşitlidir, fakat medeniyet birdir, ve bir milletin gelişmesi için bu tek medeniyete katılması lazımdır…” [5]
“Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkûmdur.” [6]
Yani, tam bağımsız olarak yaşamak, ve tam bağımsız olarak kalabilmek ancak uygar ve çağdaş olmakla mümkündür.
Yine Atatürk’ün sözleriyle: “Medeni eser yaratmak yeteneğinden yoksun olan milletler özgürlük ve bağımsızlıklarını kaybetmeye mahkûmdur. Medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak hayatın şartıdır.
Bu yol üzerinde ileriye değil, geriye bakmak bilgisizliği ve ihtiyatsızlığını gösterenler genel medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar.” [7]
“Dünyada her şey için; maddiyat için, maneviyat için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir; ilmin ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, sapkınlıktır.
Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişmesini kavramak ve ilerlemesini zamanında izlemek şarttır. Bin, iki bin, binlerce sene önceki ilim ve fen dilinin çizdiği kuralları, şu kadar bin sene sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak, elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir” [8]
Atatürk ve onun yanında Cumhuriyete kanat gerenler Cumhuriyet'in ilk kuşağı ama Osmanlı'nın da son kuşağıydı. Onlar, sanayi devrimi kaçırmış, bir din ve tarım toplumu olan Osmanlının eksikliklerini, yanlışlarını, halkın temiz dini duygularının nasıl sömürüldüğünü, din tüccarlarının, iç isyan çıkaranların emperyalistlerle nasıl da kolayca işbirliği yaptıklarını yaşayarak görmüşlerdi.
Batıda kilise iktidarının yıkılmasına, din hukukunun kaldırılmasına, 15’inci, 16’ncı, yüzyılların Rönesans’ına, Reform’una teokratik eğitim yerine laik eğitime, laik hukuk devletinin kurulmasına, 17’nci, 18’inci yüzyılın Aydınlanma’sına çok uzun zamanda ve çok acı çekilerek ulaşılmıştı.
İşte Atatürk’ün öncülüğünde yapılan Cumhuriyet Devrimlerinin amacı, aklın özgürleşmesini, “aklın inançtan, bilimin dinden bağımsızlaşması”nı sağlamaktır. [9]
Özünde “Türk Rönesansı, Türk Aydınlanması”dır.
Osmanlı Aydınlanma çağını kaçırmıştı, çok geri kalmıştı. Cahillik sömürülmek anlamına geliyordu. Cahilliğin, feodalizm ve emperyalizmin olduğu yerde özgürleşme ve özgür düşünce mümkün değildi. Çağdaş yaşama ve çağdaş uygarlığa ulaşmak Ortaçağın aklıyla, teokratik eğitimle, dogmatik, donmuş, kalıplaşmış, düşünceyle değil, ancak yeniliğe açık, sorgulayan, özgür, akılcı ve bilimsel düşünce sistemiyle mümkündü.
Fetvalarla yönetilen tek bir uygar ülke yoktu. “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” [10] nesillerin, kısaca, özgür nesillerin, yetkin insanların, düşünebilen insanların yetişmesi sağlanmalıydı. Çünkü Türk aydınlanması, kişinin başkasının aklıyla değil, Immanuel Kant'ın sözlerindeki gibi ancak “kişinin kendi aklını kullanma cesareti göstermesiyle” mümkün olabilirdi.
Atatürk, bireyin düşünmesini ve sorgulamasını engelleyen, insanları kul, köle yapan tarikat yapılanmasına karşı 1925'te, hem de tam 30 Ağustos Zaferinin üçüncü yıldönümünde, Kastamonu'da şöyle dedi:
“... Efendiler, ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak, insan olmak için yeterlidir.” [11]
Yalnız bir siyasi yönetim biçimi değildir bizim Cumhuriyetimiz. Bizim Cumhuriyetimizde; Yazı var. Okuma, yazma var.
Hıristiyanlığın kutsal kitabı olan İncil, halk tarafından anlaşılsın diye 1530’lu yıllarda 1. Fransuva döneminde Latinceden Fransızcaya, 8. Henri döneminde İngilizceye ve Martin Luther tarafından da Almancaya çevrildi.
Türklerin kendi kutsal kitaplarını, Türkçe olarak, kendi dillerinde okumaları Avrupa’dan 400 yıl veya Türklerin İslamiyeti kabul edişlerinden de yaklaşık 1200 yıl sonra 1929’da, Atatürk’ün önerisi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kararıyla ancak mümkün olabildi. Yüzlerce yıl boyunca, Kuran’ın Türkçe çevirisini yapmak Osmanlı Padişahlarının ya akıllarına, ya da işlerine gelmemişti.
Bizim Cumhuriyetimizde; Arapçayı dindarlık sayanlara karşı Türkçe var.
Bizim Cumhuriyetimizde; Takvim var, Kadın, erkek eşitliği var. Şeriata karşı Laiklik Ümmetçiliğe karşı Ulusçuluk Padişahlığa karşı ’yurdun tüm insanlarını eşit sayan, onlara fırsat eşitliği sağlayan’ Cumhuriyetçilik var. [12]
Anadolu’ya Malazgirt zaferiyle, 1071’de son gelen Türkler, müslüman Türklerdir. Ama Türklerin tarihi Müslümanlıktan çok eskidir ve Türkler binlerce yıldır zaten Anadolu’dadır.
Orta Asya’nın derinliklerinde, Türklerin yoğun yaşadığı yerleşim bölgelerinde, Sibirya’da, Yakutistan’daki Lena Irmağı havzasında, Kazakistan’da Tamgalı Say’da, Kırgızistan’da Tanrı dağlarında (Tian Shan) 3.500 m yükseklikte Saymalı Taş’ta, ya da Azerbaycan’da çok yüksek dağların tepelerinde binlerce yıllık süreç içinde taşlara kazınan, 100 binlerce damganın benzerini değil, aynısını, kültürel bir süreklilik içinde ve zaman akışı içindeki tüm değişimleriyle Anadolu’da, Türkiye’de, Kars Kağızman Yazılı Kaya’da, Geyikli Tepe’de, Erzurum Cunni Mağarasında, Erzincan Kemaliye’de, Ordu Mesudiye’de, Hakkari Gevaruk Yaylasında görebilirsiniz.
Van müzesindeki ‘steller’ sanki Kırgızistan Saymalı Taş’tan gelmiş gibidir.
Anadolu’nun batısında, Kütahya Aizanoi Tapınağında ok-yay damgası, kopuz çalan ozanların yanındaki atlı süvari, büyük boyutlu Sibirya Lena kaya resimlerinin aynısı, ama küçük boyutlusu olarak oradadır.
Türk kültürünün tarih öncesi dönemlerden bugünlere süregelen izini Anadolu’da gözlemleyebilirsiniz.
Eskişehir Seyitgazi’deki Kümbetin taş duvarlarındaki resimlerinin aynısı, Kazakistan Tamgalı Say’dadır.
Orta Asya’nın binlerce yıllık kaya resimlerinin aynısı Erzincan Köy Mezarlığında mezar taşı olmuştur.
Güneş Kültü, Van Ahlat Selçuklu mezarlığında karşınıza binlerce yıllık Saymalı Taştan alınmış gibi çıkar. Geyik boynuzu Hayat Ağacı olmuştur.
Damgaların yazıya kaynaklık edişini, yazıya dönüşünü Orta Asya’nın yüksek dağlarında gözlemleyebilirsiniz.
Orhun Abidelerindeki Runik Türk Harfleri Ordu Mesudiye Esatlar Köyü’nde, Ankara-Güdül Salihler Köyünde karşınıza çıkar. [13]
Atatürk’ün sözleriyle:
“Türk milleti... Sen, Anadolu denilen bu yurda sonradan gelme değil, ilk yerleşip uygarlık kuranların çocuklarısın.” [14]
“Bu memleket tarihte Türk’tü, bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır.” [15]
Bizim Cumhuriyetimizde; Kültür mirasımıza sahip çıkma, türkümüze, müziğimize, ozanlarımıza, sahip çıkma var.
Bizim Cumhuriyetimizde; O topraklarda, geçmişte varolan tüm uygarlıkların ırk, din, dil, zaman farkı gözetmeden, bizden oluşu var.
İnancın, itikatın günlük çağdaş giysiyle, çağdaş yaşamla bir ilgisi olmadığı için şapka var, pantolon, ceket var, dans, balo var.
Bizim Cumhuriyetimiz yalnız bir siyasi yönetim biçimi değildir. Bizim Cumhuriyetimiz aynı zamanda bir yaşam biçimidir. [16]
Emperyalizm karşıtlığına ve millet egemenliğine dayanan Türkiye Cumhuriyeti siyasi, ekonomik, askeri, hukuki, kültürel tam bağımsızlık temelinde kurulmuştur.
CIA’in Türkiye eski yetkililerinden Paul Bernard Henze, 2006’da Beyaz Saray’a sunduğu Türkiye raporunun bir bölümünde şöyle yazıyor: “Türkiye'nin bu şekliyle, Amerikan politikalarının yanında olacağından emin olamayız. Ülkeyi kuranlar, denetim mekanizmasını çok sıkı tutmuşlar. Hükümeti ikna ettiğimizde Meclis, Meclis'i ikna ettiğimizde ordu, orduyu ikna ettiğimizde yargı karşımıza geçebiliyor. Eğer Amerika'nın çıkarı Türkiye'de bir federal devlet kurulması ise mutlaka ve öncelikle yargı, ordu, Meclis ve hükümeti tek elde toplayan başkanlık rejimine geçilmelidir. Bir kişiyi ikna etmek, birbirini denetleyen yapıyı ikna etmekten çok daha kolay olacaktır. Eğer o bir kişi Amerikan çıkarlarına yardım etmek konusunda tereddüt ederse, bir kişi üzerine kurulmuş yapıyı yıkmak, Amerika için sorun olmaz.” [17]
Cumhuriyetin Kuruluş Felsefesi sürekli olarak yolumuzu aydınlatmaktadır.
Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu çıkmazlardan kurtulması için yapılması gerekenler, Atatürk Cumhuriyetinin akılcı Kuruluş Felsefesinde ve Devrimlerinde açıkça görülmektedir.
”Kemalizm, geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.” [18]
Cumhuriyetimizin 97’inci Yılı Kutlu Olsun.
Mehmet Serdar Temur
----------------------------------------------------------------------------
[1] Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip´in sorusuna yanıt. İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeoloji. İÜ. Yayınları (ve Hamdullah Suphi Tanrıöver'den naklen, Cemal Kutay, Mustafa Kemal'in Ufuktaki Manevî Mirasçısı ile Sohbet, s. 2-3; İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, s. 13)
[2] “Gerçi bize milliyetçi derler. Fakat biz öyle milliyetçileriz ki, bizimle işbirliği eden bütün milletlere saygı gösterir ve uyarız. Onların bütün milliyetlerinin gereklerini tanırız. Bizim milliyetçiliğimiz, herhalde bencil ve gururlu bir milliyetçilik değildir.” (1920 / Atatürk’ün S.D.I, s. 98)
[3] “Umumi siyasetimizi şu cümle açıkça ifadeye kâfidir zannederim; yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz.” (20 Nisan 1931’de hazırladığı seçim beyannamesinden)
[4] Amerikan Associated Press Muhabiri Miss Ring, Atatürk’e; Türkiye’nin ne zaman Batılılaşacağını, Amerikanlaşacağını sorduğunda şu yanıtı almıştı: “Türkiye bir maymun değildir. Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır. Türkiye yalnızca özleşecektir”. (29 Ekim 1930 yılında Ankara Türk Ocağındaki Cumhuriyet Bayramı kutlaması) Mahmut Özyürek / 28 Ocak 2016 / www.turkishnews.com “29 Ekim 1930, Türkiye; Mart 2002” Turgay Tüfekçi, Orkun Dergisi, Mart 2002, Sayı 49, sf.4
[5] 29 Ekim 1923, Fransız Muhabiri Maurice Pernot’ya demeç / Atatürk'ün S.D. III, S. 67-68 / https://www.ktb.gov.tr/TR-96462/medeniyet.html
[6] Arı İnan / Düşünceleriyle Atatürk / Ankara 1991, s.123 (bak. Sinan Meydan / 12 Ekim 2020 / Sözcü)
[7] Atatürk'ün Bütün Eserleri, (ATABE), C.16, s. 288 (bak. Sinan Meydan / 12 Ekim 2020 / Sözcü)
[8] ATABE, C. 17, s. 44 (bak. Sinan Meydan / 12 Ekim 2020 / Sözcü)
[9] İlhan Selçuk / Layık Olmak!.. / 6 Ocak 2006 / Cumhuriyet
[10] Tevfik Fikret / Kimseden Ümmîd-i Feyz Etmem
[11] Atatürk'ün Bütün Eserleri, C. 17, s. 294 / Sinan Meydan / İhanetin simgesi / 17 Temmuz 2017 / Sözcü
[12] İlhan Selçuk / Solculuk Nedir? / 2 Mart 1968 ve Solculuk-Milliyetçilik Bağıntısı / 6.03.2007 / Cumhuriyet
[13] Servet Somuncuoğlu / Karlı Dağlardaki Sır 2007 ve Damgaların Göçü 2011 / TRT Belgeselleri
[14] Prof. Dr. Afet İnan / Atatürk’ten Hatıralar / 1950, s. 55 - 56
[15] 1923 / Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, s. 23 / Atatürk’ün S.D.H, s. 126
[16] Bekir Coşkun / Çocuklara sözümüz var… / 29 Ekim 2008 / Hürriyet
[17] ABD TSK’yı AKP ile kafesledi / Türker Ertürk / 05 Temmuz 2019 / Odatv.com ve Arslan Bulut / Türk-Amerikan ilişkilerinin fotoğrafıdır! / 01 Temmuz 2019 / Yeniçağ
[18] Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı / 31 Ekim 1999 / Cumhuriyet / "... Atatürkçülük ya da Kemalizm, Atatürk'ün son zamanlarında yaptıklarının bekçiliği değil. Son zamanlarında yaptıklarının toplamı da değil. Biz, Kemalizm dediğimiz zaman, Atatürk'ün 6 ilkede çerçevesini çizdiği, bu ilkelerin ışığı altında, değişen koşulların aklın ve bilimin ışığında en ileri çözümleri üretmeyi anlıyoruz. Özetle ifade etmek gerekirse, Kemalizm geçmişin bekçiliği değildir, bir anlamda geleceğin öncülüğüdür."
Empfang anläßlich der 98. Jahresfeier der Gründung der Republik. Übersetzung der Rede des Vorsitzenden Mehmet Serdar Temur:
"Der damalige Bildungsminister, Dr. Reşit Galip, fragte Atatürk, was sein geistiges Vermächtnis sei.
Die Antwort von Atatürk war wie folgt:
“Ich hinterlasse weder einen Vers, noch Dogmen oder irgendwelche in Stein gemeißelten und vorgeformten Regeln. Mein geistiges Vermächtnis sind Wissenschaft und rationales Denken. Die kommenden Generationen werden bestätigen, dass uns zähe und tiefgreifende Schwierigkeiten bevorstanden und dass wir unsere Ziele nicht abschließend erreichen konnten. Sie werden uns aber ebenfalls bestätigen, dass wir keine Kompromisse eingegangen sind und unser einziger Wegweiser immer das rationale Denken und die Wissenschaft gewesen sind. Die Zeit schreitet mit einer großen Geschwindigkeit voran. Selbst die Definitionen von Glück und Unglück verschieben sich innerhalb der Nationen und Gesellschaften. Gleiches gilt für jedes einzelne Individuum. In einer solch gearteten Welt wäre es eine Verweigerung gegenüber der Entwicklung des Rationalismus und der Wissenschaft Regeln für die Ewigkeit aufstellen zu wollen. Das, was ich für das Türkische Volk vollbringen will und versuche zu vollbringen ist offensichtlich. In diesem Zusammenhang sind diejenigen, die nach mir meine Gedanken verinnerlichen möchten die Erben meines geistigen Vermächtnisses, sofern sie hierfür die Regeln des Rationalismus sowie der Wissenschaft akzeptieren.“ (1)
Werte Gäste, geschätzte Mitglieder,
seien Sie alle herzlich willkommen, schön dass Sie uns beehren.
Die Republik von Atatürk ist der Zukunft zugewandt. Ihr Hauptzweck ist es die Zivilisierung und die Modernisierung voranzutreiben ohne den eigenen Ursprung zu verlieren.
Es gibt zahlreiche Republiken auf der Welt, aber unsere Republik ähnelt nicht unbedingt den Anderen, denn unsere Republik stellt nicht lediglich eine politische Regierungsform dar.
Sie ist friedliebend und respektiert alle Völker. (2)
Sie verteidigt das Grundprinzip “Friede daheim, Frieden in der Welt.” (3)
Obwohl sie durch den Sieg eines Befreiungskrieges gegen die eindringenden westlichen Imperialmächte und deren Handlanger gegründet wurde, ist sie weder anti-westlich gesinnt noch hat sie das Ziel pro-westlich zu werden, wie es behauptet wird. Nach den Worten von Atatürk: „ ... Unsere Republik wird niemals eine Nation nachahmen, weder wird sie „amerikanisiert“ noch „verwestlicht“ - sie wird lediglich zum eigenen Ursprung zurückfinden“ (4)
Sie wird zivilisiert und zeitgemäß sein: „ ... Völker mögen unterschiedlich sein, die Zivilisiertheit ist jedoch universell. Für die Fortschritt eines Landes ist es notwendig an dieser Entwicklung teilzunehmen ...“ (4)
„Unzivilisierte Menschen sind dazu verdammt, durch die Zivilisierten vernichtet zu werden.“ (6)
Dies bedeutet: ein vollkommen unabhängiges Leben zu erreichen und dieses zu bewahren, ist nur dann möglich, wenn man zivilisiert und zeitgemäß ist.
Ebenfalls mit den Worten von Atatürk:
„Diejenigen Völker, die nicht in der Lage sind zivilisierte Werte zu schaffen, sind dazu verurteilt ihre Freiheit und Unabhängigkeit zu verlieren. Es ist ein Erfordernis des Lebens, dem Pfad der Zivilisierung zu folgen und dabei erfolgreich zu sein. Diejenigen, die auf diesem Weg Unwissenheit und Leichtfertigkeit zeigen, weil sie statt nach vorne zu blicken eher nach hinten schauen, werden von der impulsiven Flut der globalen Zivilisierung überrollt werden.“ (7)
„Die Wissenschaft und die Technologie sind die wahren Wegweiser für Alles auf der Welt: für materielle Werte, für ideelle Werte, für das Leben, für den Erfolg. Einen anderen Wegweiser außer der Wissenschaft und Technologie zu suchen ist leichtsinnig und ignorant.
Es ist unabdingbar, die Entwicklung der Wissenschaft und den technologischen Fortschritt zeitig zu begreifen und mit dieser Entwicklung Schritt zu halten. Sich an die Maßgaben einer jahrtausendealten Wissenschaft zu halten und sich an ihnen zu orientieren ist das genaue Gegenteil.“ (8)
Atatürk und seine Weggefährten bildeten zwar die erste Generation der jungen Republik, jedoch waren sie zugleich die letzte Generation des Osmanischen Reiches. Sie kannten die Widrigkeiten einer verpassten Industrialisierung, ebenfalls kannten sie alle Mängel, die ein Religions- und Bauernstaat mit sich bringen. Sie sahen die Fehler dieser Konstitution, sie erlebten, wie die Bevölkerung mit Hilfe einer Religionspropaganda ausgenutzt wurde. Schließlich sahen sie auch, wie bereitwillig Religionsausbeuter und Aufständler (also die Gegner einer modernen Republik) mit den Imperialmächten kollaborierten.
Der Westen hat im 15.-16. Jahrhundert schwere Opfer erbringen müssen, um den Gottesstaat abzuschaffen und die notwendigen Reformen herbeizuführen. Die Abschaffung der Theokratie und die Einführung eines weltlichen Bildungssystems, respektive: der Weg, der zur wissenschaftlichen Erhellung im 17.-18. Jahrhundert führte, war ein steiniger.
Die Wegbereiter einer „Türkischen Renaissance“ waren die Reformen Atatürks. Sie brachten dem türkischen Volk die so notwendige Aufklärung. Die ins Leben gerufenen Reformen dienten dem Zweck, die Ratio vom Glauben, die Wissenschaft von der Religion zu separieren. (9)
Das Osmanische Reich hatte diesen Trend und den Anschluss ans Weltgeschehen gänzlich verpasst.
Diese Zurückgebliebenheit begünstigte die Ausbeutung. Werte wie Freiheit, freies Denken und die freie Entfaltung (10) wird man in einem Land, in dem die notwendigen Entwicklungen verpasst wurden, vergeblich suchen.
Der Weg zur Modernisierung führt nicht über mittelalterliche Denkmuster, einer theokratischen Bildung oder Dogmen. Dies ist nur möglich, wenn die notwendige Offenheit für Neues vorhanden ist, wenn freies Denken und Hinterfragen ermöglicht werden und wenn der gesunde Menschenverstand mit der Bekenntnis zur Wissenschaft verknüpft ist.
Zu keiner Zeit wurde ein zivilisiertes Land der Welt mit “Fatwas” regiert. Es war an der Zeit, einer Generation von Freidenkern den Weg zu ebnen.
Die Türkische Aufklärung hätte nie stattfinden können, hätte man das Denken weiterhin Anderen überlassen. Oder mit den Worten von Immanuel Kant, die Individuen hatten den Mut aufzubringen, mit eigenem Verstand selbstständig zu handeln.
Atatürk war gegen diese Art der damals üblichen Bevormundung. Er trotze all den bislang vorhandenen Mechanismen, die dem Volk das Hinterfragen und freie Denken unterbanden und sie stattdessen gedanklich zu versklaven versuchten. Am dritten Jahrestag des großen Befreiungstriumphes, am 30. August 1925 sagte Atatürk in Kastamonu: “Mein verehrtes Volk. Sei gewiss: die Türkische Republik wird kein Land sein, dass von Scheichs, Derwischen und deren Anhängern dominiert wird. Die einzige Institution, die für uns wegweisend ist, ist der Weg der Zivilisierung. Der Menschheit wird zur genüge Rechnung getragen, wenn alle genau dieses Ziel als Wegweiser für sich akzeptieren. (11)
Unsere Republik stellt nicht nur eine Regierungsform dar, sie ist ein Lebensgefühl.
Das heilige Buch der Christen -die Bibel- wurde während der Ära von François dem Ersten um 1530 für eine bessere Verständlichkeit im Volk aus dem Lateinischen ins Französische übersetzt. Gleiches geschah zur Zeit von Henri dem Achten und Martin Luther. Die Bibel wurde in die englische bzw. in die deutsche Sprache übersetzt.
Die Türken hingegen konnten ihr heiliges Buch (den Koran) erst 400 Jahre nach den Europäern bzw. 1200 Jahre nach dem Bekenntnis zum Islam in der eigenen Sprache lesen. Die Übersetzung vom Arabischen ins Türkische erschien 1929 – gemäß dem Vorschlag von Atatürk und dem Beschluss des Türkischen Parlaments. Die Osmanischen Herrscher kamen jahrhundertelang nicht auf diese erhellende Idee – vermutlich kam sie Ihnen aber auch nicht gelegen.
Unsere Republik hält all jenen, die die arabische Sprache in der Religion für unumstößlich halten die Türkische Sprache entgegen.
Unsere Republik bietet darüber hinaus:
- die Schrift, das Lesen, das Schreiben
- den Kalender
- Gleichheit zwischen Mann und Frau
- ein weltliches Bild statt der Scharia
- den Nationalgedanken statt der Bekenntnis zum Ummahismus
- anstelle eines ausbeuterischen Sultanats eine Form der Regierung, die allen Staatsbürgern die gleichen Rechte und die notwendige Chancengleichheit einräumt (12)
Die letzten Türken, die im Rahmen des Triumphes von Malazgirt im Jahre 1071 in Anatolien einwanderten, waren Muslime. Doch die Geschichte der Türken ist bei weitem älter als die des Islam. Denn die Türken leben schon seit Jahrtausenden in Anatolien.
Noch heute kann man in unterschiedlichsten Regionen des mittleren Ostens (Sibirien, Yakutien, Kasachstan, Kirgisistan, Aserbaidschan usw.) in Bergen und Tälern abertausende Steinschnitzereien vorfinden, die denen der Türken nicht nur ähneln, es sind sogar exakt die gleichen Identifikationsmerkmale vorzufinden. Der Grund ist: all diese Gebiete waren Niederlassungs- und Wohnorte der Türken.
Diese kulturelle Kontinuität und alle weiteren Entwicklungen sind noch heute auch in Anatolien, in der heutigen Türkei, sehr gut nachzuverfolgen. In Kars, in Erzurum, in Erzincan, in Ordu, in Hakkari sind Belege hierfür vorhanden.
Die im Museum in Van befindlichen Steintafeln, sind zweifelsfrei wie die in Kirgisistan. Das gleiche Bild präsentiert sich im Westen Anatoliens: im Aizanoi-Tempel in Kütahya. Die Art der Schnitzerei, Pfeil und Bogen als Signet, die charakteristischen türkischen Dichter mit ihrer Laute in der Hand, die dazugehörigen Reiter auf ihren Pferden... Es sind Ebenbilder der Felsschnitzereien aus Sibirien, lediglich in einem kleineren Format.
Es ist durchaus möglich, die Spuren der Türken auf diesem historischen Pfad durch Anatolien nachzuverfolgen. Die Zeichen (Tamgha), die heute in Eskişehir/Seyitgazi vorzufinden sind, sind die gleichen wie die, die man in Kasachstan findet.
Ebenso verhält es sich mit den Jahrtausendealten Felsschnitzereien, die man im mittleren Osten vorfindet. Exakt diese Darstellungen sind heute bei Erzincan als Grabsteine vorzufinden.
Die Abbildungen des religiösen Sonnenkults, die man heute in der Stadt Van vorfinden kann, wirken so, als stammen sie direkt aus dem antiken kirgisischen Saimaluu Tash.
Überhaupt lässt sich der Ursprung der Schrift, und ihre Entwicklung aus den Schriftzeichen (Tamgha) in den Bergen Mittelasiens belegen und nachvollziehen. Die historischen türkischen Runen finden sich sogar heute noch in Dörfern von Ordu oder Ankara. (13)
Mit Atatürks Worten:
„An das Türkische Volk: Ihr seid in der Anatolien genannten Heimat keine Zuzügler, hier ist Eure ureigene Heimat. Ihr seid Nachfahren der Ersten, die sich hier niederließen und eine Zivilisation gegründet haben.“ (14)
„Dieses Land war schon immer türkisch, es ist auch heute türkisch und wird auch für immer türkisch sein.” (15)
Was zeichnet unsere Republik kulturell aus?
- Wir schützen und ehren unser kulturelles Erbe, unsere Klänge, unsere Melodien, unsere Dichter und Denker
- Ungeachtet der Herkunft, Sprache Religion und unabhängig von der jeweiligen Epoche - alle Zivilisationen die sich hier je niederließen, gehören zu uns, wir gehören zusammen.
- Das Glaubensbekenntnis kann völlig unabhängig von einem modernen Lebensstil gelebt werden.
Unsere Republik ist nicht nur eine politische Regierungsform,
Unsere Republik stellt vielmehr ein Lebensgefühl dar. (16)
Die türkische Regierungsform widerstrebt dem Imperialismus. In ihr geht alle Macht vom Volk aus und ihre Unabhängigkeit ist unverhandelbar. Ob politisch, wirtschaftlich, militärisch, rechtsstaatlich oder kulturell – unsere Regierung ist auf den Grundpfeilern der absoluten Souveränität errichtet.
Der ehemalige CIA-Beauftragte für die Türkei - Paul Bernard Henze - berichtete 2006 dem Weißen Haus in Washington wie folgt:
„Wir können nicht sicher sein, dass die Türkei mit diesem politischen Gebilde zuverlässig an der Seite Amerikas stehen wird. Die Gründer dieser Republik haben die Kontrollmechanismen sehr wohl bedacht und die Maschen sind eng. Wenn wir die Regierung überzeugen, haben wir das Parlament vor uns. Wenn wir das Parlament auf unsere Seite bringen, werden die Vorhaben vom Militär durchkreuzt. Wenn wir auch das Militär überzeugt bekommen, werden wir vom Rechtssystem und von den Gerichten ausgebremst.
Wenn Amerika im Rahmen der eigenen Interessen das Ziel verfolgt, hier eine föderalistische Regierungsform vorzufinden, so müssen alle Machtinstanzen des Landes (Rechtsprechung, Militär, Parlament und Regierung) in einer Hand gebündelt werden. Es wird einfacher werden, diese eine Person von unseren Interessen zu überzeugen statt alle sich gegenseitig kontrollierenden Instanzen zu passieren. Sollte diese eine Person zögerlich werden, wenn es um die amerikanischen Interessen geht, so ist es für uns ein Einfaches, dieses System zu stürzen. Das stellt für Amerika kein Problem dar.“ (17)
Die Gründungsphilosophie unserer Republik wird unseren Weg erhellen.
Um die Türkei aus der Sackgasse zu befreien, in die sie sich in den letzten Jahren hineinmanövriert hat, bedarf es offensichtlich nicht mehr, als sich an die Gründungstugenden und Reformen Atatürks zu besinnen und sich an ihnen zu orientieren.
Dr. Taner Kışlalı hat es treffend formuliert:
„Der Kemalismus bedeutet nicht das Hüten von Vergangenem, er ist gewissermaßen Wegweiser der Zukunft!“ (18)
Wir gratulieren zum 98. Gründungstag der Türkischen Republik"
Mehmet Serdar Temur
(Übersetzung: Mete Tiril und Murat Büyükalp)
Foto galeri:
____________________
05 Eylül 2021 / Pazar
30 Ağustos 2021 Zafer Bayramı Kutlaması
İşgal Yıllarından 30 Ağustos’a
Derleyen: M. Serdar Temur
Sunum: M. Serdar Temur, Mehtap Kaplan-Gökçe, Murat Comart, Şuayip Karakuş, Ufuk Güngör
Çanakkale’yi İngiliz ve Fransızlar paylaşmıştı.
Kars, Iğdır Ermeniler tarafından, Antep, Urfa, Maraş önce İngilizler, sonra pazarlık neticesi Fransızlar tarafından işgal edilmişti. Mersin, Antakya, İskenderun, Osmaniye’yi de işgal eden Fransızlar, ayrıca Zonguldak’a, Ereğli’ye asker çıkarıp kömür işletmelerimize de el koymuşlardı.
İtalyanlar, Muğla, Bodrum, Datça, Marmaris, Fethiye, Köyceğiz, Selçuk ve Kuşadası’na yerleşmiştiler, askerleri Antalya’da, Konya’da, Burdur’da devriye geziyordu.
Ordu dağıtılmıştı, silahları alınmıştı.
İstanbul sokaklarında, İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikalı, Yunan, Cezayirli, Faslı, Hintli, hatta Japon askerleri devriye geziyordu. İşgali destekleyen Amerikan, İspanyol ve Japon savaş gemileri Marmara’ya demirlemişti.
Fener Rum Patrikhanesi’nin kapısına Bizans bayrağı çekilmişti. İstanbul fiilen İngiltere toprağı olmuştu. İstanbul’a gelmek isteyen bir Türk, İngiltere’den vize almak zorundaydı. (1)
İzmir Yunanlar tarafından işgal edilmişti.
İşgalci emperyalist devletler, 1918-1920 yılları arasında Anadolu’nun paylaşımı konusunda aralarında çıkan anlaşmazlıkları çözmek için 102 oturum yapmış, görüşmüş, kendi aralarında ikili anlaşmalar yapmışlardı. (2)
İngilizler vatanı işgal etmişti ama, Osmanlı padişahı Vahdettin İngiliz Dostları (Muhipleri) Derneğinin baş üyesiydi. Derneğin başkanı görülen Sait Molla aslında maşaydı, derneğin asıl başkanı İngiliz İstihbarat Teşkilatından rahip Robert Frew’dü. Yani yeryüzünün İslam halifesi, bir rahibin emri altına girmişti.
Padişahın ablası ile evli olan başbakan Damat Ferit: “Bütün umudum Allah’ta ve İngiltere’de” diyordu. Ayrıca Amerikancılar da vardı. Onlar da Amerikan himayesine girmek istiyorlardı.
Osmanlı’nın üç başkenti; Bursa, Edirne, İstanbul artık yoktu.
Ve bu ortamda, 10 Ağustos 1920’de İstanbul’daki Osmanlı, işgali onaylayan, yurdu paramparça eden, Türkleri Anadolu’nun ortasına sıkıştıran Sevr Antlaşmasını imzaladı. Ankara’daki Büyük Millet Meclisi Antlaşmayı şiddetle reddetti, yok hükmünde saydığını tüm dünyaya ilan etti.
Yıllarca süren savaşlar sonucu kadın nüfusu erkek nüfusunun altı katı olmuştu. Her bir erkeğe karşılık altı kadın vardı. (3)
Frengi hastalığı, fuhuş ve de eşkıyalık patlamıştı.
Değerli Konuklarımız,
Değerli Üyelerimiz,
Değerli Yurtseverler,
Kurtuluş Savaşının büyük zaferini, 30 Ağustos Zafer Bayramı‘nın 99’uncu yılını anmak için toplandık. Hoşgeldiniz. Albay Bekir Sami’nin ifadesiyle: “Kurtuluş Savaşı, aslında, kendi vatanlarında vatansız kalanların, vatan yapma mücadelesidir.” (4)
Son yıllarda Atatürk merkezli tarihi olaylar ve zaferler başka tarihi olaylarla ve zaferlerle gölgelenmek isteniyor. 23 Nisan'ı gölgelemek için aynı dönemlere denk gelen Kut Zaferi; 19 Mayıs'ı gölgelemek için de 29 Mayıs İstanbul'un fethi öne çıkarılıyor. Ağustos ayındaki Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi de Malazgirt Zaferi'yle gölgelenmek isteniyor... Yine aynı şekilde, bundan tam yüzyıl önce 23 Ağustosta başlayıp 13 Eylülde biten Sakarya Meydan Muharebesi de hakkettiği görkemle anılmıyor.
“Fetihleri” hatırlayıp “kurtuluşları” unutmak, o toprakları yeniden vatan yapanlara büyük bir saygısızlıktır. (5)
Emperyalizm, işgal ettiği, sömürmek istediği ülkelerin gelişmesini, çağdaş olmasını hiç bir zaman istememiştir, istemez. 30 Ağustos Zaferi kazanılamasaydı, Cumhuriyet ilan edilemez, demokratik, laik, kadın-erkek eşitliğine, hukukun üstünlüğüne dayanan, yani Türkiye’yi çağdaşlaştıran Cumhuriyet Devrimleri yapılamazdı.
30 Ağustos, ‘Kurtuluş’u belirleyen savaştır. ‘Kurtuluş’ olmadan ‘Kuruluş’a başlanamazdı.
Bu süreçte “... Ankara yönetimi, birden çok devlet, millet ve toplulukla savaşıp çekişmiş, çatışmıştır; barış görüşmelerinde de yine birçok devletle mücadele etmek zorunda kalmıştır.“ (6)
1921 Sakarya savaşında 220 bin kişiye ulaşan Yunan kuvvetleriyle birlikte, İngiliz, Fransız, İtalyan, Hintli kuvvetleri, Ermeni ve Pontus Çeteleri ve bunların dışında Anadolu’daki iç isyancıları da hesaba katarsak, “Kurtuluş Savaşı’nda Türk ordularının karşısındaki düşman gücü ortalama 322.000 kişi civarındadır”. (7)
İşte işgalcilerin hiç beklemediği ‘Büyük Taarruz’ yani ‘Büyük Hücum / Büyük Saldırı’ 26 Ağustos 1922’de bu şartlarda, baskın şeklinde başladı ve 30 Ağustos’ta zaferle tamamlandı. Mustafa Kemal Atatürk’ün komuta ettiği bu beş güne ‘Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ diyoruz.
Zafer sonrası 11 Ekim 1922’de Türklerin zaferini dünyaya ilan eden Mudanya Ateşkes Antlaşmasında, yenilip perişan olan işgalci Yunan tarafı, sonuçta masada bile yer almadı. Antlaşma, Ankara hükümetiyle Yunanistan’a çok yüklü silah ve maddi destek veren, kışkırtan, şımartan İngiltere’yle, Fransa ve İtalya arasında yapıldı. Sadece bu gerçek bile esas düşmanın kim, ya da kimler olduğunu çok açıkça göstermektedir.
Mudanya Ateşkes Antlaşmasına göre Doğu Trakya, Edirne’yi de içine alacak şekilde Yunanlar tarafından boşaltıldı, İstanbul ve Boğazlar, bazı kayıtlarla Kuvay-ı Milliye’ye (Türk Milli Kuvvetlerine) bırakıldı.
30 Ağustos Zaferiyle, işgal edilmiş olan Türk Yurdu emperyalistlerden, onların maşası olan işgalcilerden ve Türk Milleti de sömürge olmaktan kurtuldu ve yine bu zaferle Lozan antlaşmasına giden yolun önü açıldı.
Lord Curzon Lozan görüşmelerinde gayet pişkince: “Siz, Yunanistan’ı yendiniz, İngiltere’yi değil; bunu unutmayın” derken, İsmet İnönü’nün aklından geçenler şüphesiz şöyleydi:
‘Güneyde müttefikiniz Fransızları yendik. Onun silahlandırdığı Ermenileri ve Pontus çetelerini yendik. Müttefikiniz İtalyanları Anadolu’dan uzaklaştırdık. İstanbul yönetimiyle birlikte azdırdığınız isyancıları yendik. Silah ve para ile desteklediğiniz Kuva-yı İnzibatiye’yi yendik. En son olarak da maşanız Yunan ordusunu denize döktük. Mondros’u yendik, Sevr’i yendik. Üçlü anlaşmayı yendik. Bunların hepsinin arkasında siz vardınız, hepsinin ipleri, dümeni, düğmesi sizin elinizdeydi. Biz, asıl sizi yendik. Entrikalarınızın nedeni bu. Bunu örtbas etmeye, kaybınızı gidermeye çalışıyorsunuz. Biz sizi burada da yeneceğiz!’ (8)
Aynen de öyle oldu. Zaferden on bir ay sonra, 24 Temmuz 1923’te, yani Cumhuriyet’in ilanından yaklaşık üç ay önce Türkiye Cumhuriyeti'nin tapusu olan Lozan antlaşması, tam bağımsızlığımızın tescili olarak imzalandı.
Sonra 6 Ekim 1923'te İstanbul, istilacı emperyalistlerden, yani en başta İngilizlerden, silahsız bir zaferle kurtuldu. Ve işgalciler Atatürk'ün ifadesiyle “geldikleri gibi gittiler”. Hemen ardından, 29 Ekim 1923’te yine Atatürk’ün önderliğinde antiemperyalizm, uygarlaşma ve çağdaşlaşma temeline oturtulan ama aslında uygulama şekliyle 23 Nisan 1920’de kurulmuş olan bağımsız Cumhuriyetimiz ilan edildi.
Mustafa Kemal Atatürk, savaş anılarını konuşmaktan hoşlanmayan, “ulusun yaşamı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir” (9) diyen, “Hiçbir zafer amaç değildir. Zafer ancak kendisinden daha büyük olan bir amacı elde etmek için gereken en belli başlı araçtır.” (10) diyen bir komutan.
O'nun için askeri orduların dışında iki ordu daha vardır. Eğitim ve kültür ordusu, ekonomi ordusu.
Çanakkale’ye, Kurtuluş Savaşının yaşandığı yerlere, savaştığı diğer alanlara daha sonra hiç gitmedi. Yalnız Cumhuriyetin ilanından bir sonraki sene, yani 1924 yılının 30 Ağustos’unda Dumlupınar’da, “Şehit Asker” anıtının temelinin atılışında, sanki tarihe sunulan bir belge gibi anlamlı, ama bir o kadar da duygulu bir konuşma yaptı: “... gerçek niteliği bugünkü açıklamalardan çok, yarın, tarihin yargıçları olan araştırmacıların incelemeleriyle, daha iyi anlaşılabilecektir” ... dedikten sonra, bu büyük savaşta Türk milletinin, kendisini başkomutanlığa layık gördüğü için duyduğu mutluluğu dile getirdi: “... Bu görevin mutlu anısını, ulusuma duyduğum minnetle, ömrüm oldukça övünerek saklayacağım.”
Destan gibi bir anlattığı bölüm, Şevket Süreyya Aydemir’in tanımıyla, “savaş alanında yapılan bir barış söylevi, savaş edebiyatının bir şaheseridir.” (11)
“... Güneş batıya yaklaştıkça, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda seziliyordu. Bir zaman sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi. Karanlıklar içinde bu yıkım gerçekleşmeli idi. Gerçekten gökyüzünün karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara saldırdılar. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tümüyle mahvolmuş, perişan bir kılıç artığı kitle bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi çok korkan ve titreyen, şekilsiz bir kitle, tuhaf bir karmaşa halinde kaçmak için açıklık arıyordu. Artık gecenin koyulaşan ağırlığı, sonucu gözle görmek için güneşin tekrar doğudan doğmasını beklemeyi zorunlu kılıyordu.”
Sonra, ertesi gün savaş alanını gezerken karşılaştığı görüntüleri dile getirdi, hem “gerçek bir kıyamet yeri” olarak tanımladığı savaş alanını, hem de savaşın felsefesini yaptı: (12)
“... ertesi gün tekrar bu savaş alanını dolaştığım zaman, ordumuzun kazandığı zaferin yüceliği ve buna karşılık düşman ordusunun düşürüldüğü felâketin büyüklüğü beni çok duygulandırdı. Karşı sırtların gerilerindeki bütün vadiler, bütün dereler, bütün kapalı kalmış yerler bırakılmış toplarla, otomobillerle ve bitmez tükenmez donatım ve malzeme ile ve bütün bu bırakılan şeylerin aralarında yığınlar oluşturan ölülerle ve toplanıp merkezlerimize gönderilmekte olan sürü sürü esir gruplarıyla, gerçekten bir kıyamet yerini andırıyordu.”
“... savaş ve özellikle meydan savaşı yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir Milletlerin çarpışmasıdır. Meydan savaşı, milletlerin tüm varlıklarıyla; teknik alandaki başarılarıyla, ahlaklarıyla, kültürleriyle, erdemleriyle, kısacası gözle görünür görünmez bütün güç ve varlıklarıyla, her türlü araç ve olanaklarıyla çarpıştığı bir sınav alanıdır. Bu alanda çarpışan milletlerin, gerçek güçleri ve değerleri ölçülür. Sonuç, yalnız gözle görünür gücünün değil, bütün güçlerin, özellikle ahlaktan ve kültürden gelen güçlerin üstünlüğünü ortaya koyacaktır.”
“... Tarih; başlarındaki taht sahipleri ya da hırslarını yenemeyen politikacılar elinde, birtakım boş ve yersiz isteklere oyuncak olmuş istilacı orduların, istilacı milletlerin uğradığı, buradaki gibi korkunç sonuçlarla doludur... Türk vatanını ele geçirmek düşüncesini, Türk'ü tutsak etme hayalini genel, ortak bir düşünce haline koymaya çalışanların da hak ettikleri sondan kurtulamamış olduklarını gözlerimizle gördük.”
“... bir memleketi ele geçirip işgal etmek, o memleketlerin sahiplerine hükmetmek için yeterli değildir. Bir milletin ruhu ele geçirilmedikçe, bir milletin kararlılığı ve iradesi kırılmadıkça, o millete hükmetmenin imkânı yoktur. Halbuki yüzyılların çocuğu olan bu millî ruh, kalıcı ve sürekli bir millî iradeye hiçbir kuvvet karşı koyamaz.
Tutsak olmak istemeyen bir milleti, esaret altında tutmayı başarabilecek kadar güçlü zorbalar, artık dünya üzerinde kalmamıştır. Türk milleti burada kazandığı zaferle, gösterdiği azim ve irade ile bu gerçeği tarihin sinesine çelik kalemle yazmış bulunuyor..
Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son devresi olan 30 Ağustos Savaşı, çok parlak zaferlerle dolu Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından biridir... Burada kazanılan zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir yön vermede bu kadar etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum.
Açıktır ki, yeni Türk Devleti’nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı. Sonsuz yaşamı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçuşan şehit ruhları, devlet ve cumhuriyetimizin sonsuz koruyucularıdır...
Burada temelini attığımız “Şehit Asker” anıtı... Türk vatanına göz dikeceklere, Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, saldırısını, gücü ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.“
“... Milli egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, tahtlar taçlar yanar, yok olur. Milletlerin tutsaklığı üzerine oturtulmuş kurumlar, her yerde er geç yıkılacaktır. Avrupa’nın ortasından, Doğu’nun öbür ucundaki binlerce yıllık ülkelere bakacak olursak, Osmanlı İmparatorluğu’nun hak ettiği sonu daha iyi anlarız.
Arkadaşlar, saraylarının içinde Türk'ten başka unsurlara dayanarak, düşmanlarla birleşerek Anadolu'nun, Türklüğün karşısında yürüyen çürümüş gölge adamlarının Türk vatanından sürülmeleri, düşmanların denize dökülmesinden daha kurtarıcı bir harekettir.”
“... Bunca acıya katlanıp yıkımlara uğradıktan sonra, Türk artık öğrenmiştir ki, bu yurdu yeniden kurmak ve orada mutlu ve özgür yaşayabilmek için egemenliği hiç elden bırakmamak ve evlatlarını Cumhuriyet bayrağı altında, örgütlü ve bilinçli bulundurmak gereklidir.”
“... Yüzyıllardan beri Türkiye’yi yönetenler, çok şeyler düşünmüşler, ancak bir şeyi düşünmemişlerdir. Türkiye’yi. Bu düşüncesizlik yüzünden, Türk vatanının, Türk milletinin uğradığı zararları, ancak bir şekilde giderebiliriz. Türkiye’de Türk’ten başka bir şey düşünmemek. Ancak bu düşünceyle hareket ederek her türlü kurtuluş ve mutluluk hedeflerine ulaşabiliriz.”
Çünkü Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e göre: “Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” ve “Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür.“
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kendi el yazısıyla “Türk Milleti” tarifi. (13)
Gazi, konuşmasına daha sonra “... ileriye değil, geriye bakmak bilgisizliği ve ihtiyatsızlığını gösterenler genel medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar” diye devam etti.
“Efendiler! Milletimizin hedefi, milletimizin ideali bütün dünyada tam anlamıyla medeni bir toplum olmaktır. Çünkü dünyada bir milletin varlığının değeri, özgürlük ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı medeni eserlerle orantılıdır. Medeni eser yaratmak yeteneğinden yoksun olan milletler özgürlük ve bağımsızlıklarını kaybetmeye mahkûmdur.
Medeniyet yolunda yürümek ve başarılı olmak hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde ileriye değil, geriye bakmak bilgisizliği ve ihtiyatsızlığını gösterenler genel medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar... Medeniyet yolunda başarı yenileşmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, ekonomik hayatta, ilim ve fen alanında başarılı olmak için tek gelişme ve ilerleme yolu budur. Yaşamayı ve gelişmeyi sağlayan hükümlerin zamanla değişmesi, gelişmesi, yenileşmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.“ (14)
“Uygarlığın buluşları, fennin harikaları, dünyayı şekilden şekile geçirttiği bir dönemde, yüzyıllık eskimiş düşüncelerle, geçmişe tapınmakla varlığını korumak mümkün değildir.”
Lozan’da görüşmelere ara verilmişti, işgalciler kapitülasyonları kaldırmaya kesin olarak yanaşmıyorlardı. Mustafa Kemal o arada 17 Şubat 1923’te, İzmir’de Ekonomi (İktisat) Kongresini toplamıştı. O kongrenin açılışında:
“Siyasal, askeri zaferler ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa, kazanılan zaferler devamlı olmaz, az zamanda söner.” demişti. (15)
İşte o sözlerin benzerini burada da paylaştı:
“... Milletimiz burada belirlediğimiz büyük zaferden daha önemli bir görev peşindedir. O zaferin anlaşılması milletimizin ekonomi alanındaki başarılarıyla mümkün olacaktır. Bilirsiniz ki, ekonomik açıdan zayıf bir yapı fakirlikten kurtulamaz, kuvvetli bir uygarlığa, refah ve mutluluğa kavuşamaz, sosyal ve siyasal felâketlerden yakasını kurtaramaz... Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından önce ekonomisini düşünmüş olmasın.”
“... Ulusumuzdaki güçlü karakter, sarsılmaz inanç, ateşli milliyetçilik; ekonomik gelişmeyle gerektiği gibi güçlendirilmelidir.”
“... bugün, insanca yaşamanın koşulları bütün kesinliği ile ortaya çıkmıştır... Akla aykırı uydurma şeyler, kafalardan çıkmalıdır. Her türlü yükselme ve gelişmeye istekli milletimizin sosyal devrim adımlarını kesmek, küçültmek isteyen engeller ortadan kaldırılmalıdır... Son sözlerimi, yalnızca ülkemizin gençlerine yöneltmek istiyorum:
Gençler! Geleceğe güvenimizi güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz almakta olduğunuz eğitimle, bilgiyle, insanlıktaki üstün niteliklerin, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli örneği olacaksınız.
Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz..”
Atatürk’ün, O’nun silah arkadaşlarının, tüm şehitlerimizin, canını vatanı için, tam bağımsız Türkiye için veren kahraman şehitlerimizin önünde minnetle, saygıyla eğiliyoruz. Ruhları şâd olsun. 30 Ağustos Zafer bayramımız kutlu olsun.
Hepinize saygılarımı, sevgilerimi sunar, aydınlık, iyi günler dilerim.
Mehmet Serdar Temur
------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) Yılmaz Özdil, Son Cüret, 1.Basım, s. 29-35, 62, 194
(2) Sinan Meydan, 30 Ağustos ruhu, Kemalist bir Türk’ün idamı ve bugün, 28 Ağustos 2010
(3) Yılmaz Özdil, Son Cüret, 1.Basım, s. 297
(4) a.g.e. s. 71
(5) Sinan Meydan, Bu toprakları yeniden vatan yapan zafer Büyük Taarruz, 27 Ağustos 2018
(6) Turgut Özakman, Vahdettin, Mustafa Kemal ve Milli Mücadele, s. 449.
(7) Sinan Meydan, 30 Ağustos ruhu, Kemalist bir Türk’ün idamı ve bugün, 28 Ağustos 2010
(8) Turgut Özakman, Cumhuriyet, Bilgi Yayınevi, Ekim 2009, 11. Baskı, s.189
(9) 1923, Adana
(10) 16 Eylül 1921, Ankara
(11) Metin Aydoğan, 30 Ağustos Zaferi ve büyük “Barış Söylevi” 30 Ağustos 2013 (“Atatürk’ün İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İstanbul-1998, sf. 75 ve 77)
(12) Hâkimiyet-i Milliye, 31.08.1924
(13) Prof. Dr. Afet İnan, Medenî Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün el yazıları, Atatürk Araştırma Merkezi, s. 425
(14) Sinan Meydan, Türkiye’nin Rönesans Ufku, 28 Ağustos 2010, 12 Ekim 2020 (Atatürk'ün Bütün Eserleri, (ATABE), C.16, s. 288)
(15) Sinan Meydan, 1923 Kuruluş ayarlarına dönmek, s. 301 (Atatürk’ün Bütün Eserleri C 15, s. 144)
___________________
26 Ekim 2020 / Pazartesi
Değerli Dostlarımız,
Değerli Üyelerimiz,
1 Kasım 2020 Pazar günü yapılması için çok emek verilerek tüm hazırlıkları tamamlanmış olan, Kovid 19 nedeniyle ancak sınırlı sayıda konuğumuzu ve üyemizi ağırlayabilecek şekilde düzenlemiş olduğumuz bu seneki Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonumuz, Yönetim Kurulumuzun 26 Ekim 2020 Pazartesi günü itibariyle aldığı bir kararla, Hamburg’da Kovid 19 vaka sayısının artması, virüsün bulaşma ihtimalinin yükselmesi nedeniyle, maalesef iptal edilmiştir. Anlayışınız için teşekkür eder, iyi ve sağlıklı günler dileriz.
Hamburg ve Çevresi Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD Hamburg) Yönetim Kurulu adına Başkan Mehmet Serdar Temur
___________________
25 Ekim 2020 / Pazar
Cumhuriyet Bayramı etkinlikleri çerçevesinde Hamburg'da her yıl GS Hamburg tarafından düzenlenen Cumhuriyet Futbol Salon Turnuvasında, turnuvaya ADD Hamburg adına katılan futbol takımı, katılan 5 takım arasından 3. oldu. Kovid 19 pandemisi nedeniyle turnuvaya az sayıda futbol takımı katıldı, sınırlı sayıda seyirci izleyebildi.
Foto galeri:
___________________
28 Eylül 2020 / Pazartesi
Ekim Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu için davetiyeler ADD Hamburg üyeleri ve konuklarımızla paylaşılmaya başlandı.
Davet (*)
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu
ID-Diamond Eventlocation
Oehleckerring 19 a, 22419 Hamburg
Arzu ve Mete’nin müzikleri eşliğinde
1 Kasım 2020, Pazar
Giriş saati: 15:00
Başlangıç saati: 16:00
Etkinlik, geçen yıllardan farklı olarak tören ve bir dinleti şeklinde programlanmıştır.
Sıcak ve soğuk içeceklerin yanında tatlı ve meyve ikramı yapılacaktır.
Değerli Üyelerimiz;
Davetli sayımız, etkinliğe verilen izin çerçevesinde ancak 130 kişiyle sınırlıdır.
(*) Aktif üyelerimiz (en fazla iki kişi) öncelikli olarak davetlidir.
(*) Davetiye ADD Hamburg üyesine aittir, devredilemez.
(*) Davete katılacağınızı 9 Ekim 2020 Cuma tarihine kadar posta, ya da e-posta yolu ile onaylamanız gerekmektedir. Katılacak kişi sayısını (bir veya iki kişi) belirtiniz. 9 Ekim 2020 Cuma tarihine kadar, tarafınızdan yanıtlanmamış davetiye geçersiz olarak kabul edilecektir.
Davet edilecek diğer konuklarımızın sayısı, etkinliğe katılacak üyelerimiz kesinleştikten sonra belli olacaktır.
Bu davet;
- Kovid 19 pandemisi nedeniyle Hamburg’da “alınması gereken önlemlerde herhangi bir değişiklik olmadığı sürece” geçerlidir.
- Alınması gereken koruyucu önlemlere ve her türlü hijyenik kurallara uyulmasını özellikle belirtiriz.
Bilgilerinize sunar, önlemler konusundaki anlayışınız için teşekkür eder, iyi ve sağlıklı günler dileriz.
Hamburg, 28 Eylül 2020
Hamburg ve Çevresi Atatürkçü Düşünce Derneği Yönetim Kurulu adına Başkan Mehmet Serdar Temur
___________________
9 Şubat 2020 / Pazar
Üyelerimizle Yeni Yıl Kahvaltısı
Hamburg ve Çevresi Atatürkçü Düşünce Derneği Yönetim Kurulu olarak üyelerimizi 9 Şubat 2020 Pazar günü saat 11’de dernek binamız olan Haus 7 salonunda yeni yıl kahvaltısına davet ettik. Özenle hazırlanmış açık büfe kahvaltımızı sıcak bir ortamda hep birlikte yaptık. Yönetim Kurulu Başkanı M. Serdar Temur çalışmalar, etkinlikler, hedefler konusunda üyelerimizi bilgilendirdi, soruları yanıtladı. Yeni üyelerimizle tanışma, kaynaşma, konuşma fırsatımız oldu.
Foto galeri:
____________________
07 Aralık 2019 / Cumartesi
ARD, NDR’in Rothenbaumchaussee 132 adresindeki binasının önünde protesto edildi.
ARD Televizyon Kanalı 01.12.2019 tarihinde “ttt - titel thesen temperamente” programında “Unutulmuş Katliam“, “Atatürk Alevileri Nasıl Öldürttü“ alt başlıklı bir sözde belgesel yayınladı. Bu kabul edilemez, gerçeklerle örtüşmeyen, yanlış bilgilerle dolu, sorumsuzca sunulmuş yayın, NDR Hamburg’un Rothenbaumchaussee 132 adresindeki binasının önünde okunan basın açıklamasıyla protesto edildi.
(bkz.: Basın Açıklamaları)
Foto galeri:
____________________
10 Kasım 2019 / Pazar
Atatürk'ü Anma Günü
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sonsuzluğa göçünün tarihi olan 10 Kasım bu yıl bir Pazar gününe denk geldi. Çok ender olan bu durum üzerine, ADD Hamburg Yönetim Kurulu olarak 10 Kasım Atatürk’ü Anma Günü törenini, dernek binamız olan Haus 7’de sabah saat dokuzu beş geçe başlatma kararı aldık.
Katılımın yüksek olduğu tören, saat tam 9:05’te saygı duruşu ve İstiklal Marşıyla başladı. Yapılan sunumu derleyen M. Serdar Temur önce 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet ilan edilişi ve Meclis tarafından oybirliği ile Atatürk’ün Cumhurbaşkanı seçilişinden sonra O’nun, hemen ertesi gün olan 30 Ekim 1923’te Başbakan İsmet İnönü'ye yazdığı mektubu okudu. Ardından Yönetim Kurulu üyeleri ve Mete Tiril sırayla Büyük Millet Meclisini, Kurtuluşu, Cumhuriyeti bizlere kazandıran, devrimleriyle çağdaş yaşamın önünü açan Ata’mız özdeyişlerini ve onunla ilgili anıları konuklarımızla paylaştılar.
Son olarak “Saat Kaç?“ belgeseli büyük ilgiyle izlendi.
Bu Törenimizle; benim manevi mirasım akıl ve bilimdir diyen Ata’mızı hep birlikte andık. O’na olan minnet duygularımızı çocuklarımızla, gençlerimizle birlikte yaşadık.
Foto galeri:
____________________
30 Ekim 2019 / Çarşamba
29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Kutlaması - Class Event Saal Hamburg
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunun 96. Yılı Class Event Saal’de yaklaşık 600 kişilik bir katılımla, görkemli bir şekilde kutlandı.
İstiklal Marşı ve saygı duruşuyla başlayan gecenin ilk açılış konuşmasını TC Hamburg Başkonsolosu sayın Yonca Sunel yaptı. Ardından ADD Hamburg Yönetim Kurulu Başkanı M. Serdar Temur, yaptığı “Hoş Geldiniz” konuşmasında özellikle Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerini sıraladı ve son söz olarak “Bizim Cumhuriyetimiz aynı zamanda bir yaşam biçimidir” dedi.
Sunumunu Mete Tiril’in yaptığı, Alman dost ve yakınlarımızın da aramızda bulunduğu, coşkuyla geçen geceye Aytun Ede ve arkadaşlarının müziği eşliğinde; sırasıyla Onur Gümrükçü ve Karin Solana tango gösterileriyle, Yörük Efeler zeybek gösterileriyle ve Murat İnce de Türkçe Rock konseriyle renk kattılar.
M. Serdar Temur'un 29 Ekim 2019 Cumhuriyet Bayramı konuşması için
(bkz.: Basın Açıklamaları)
Foto galeri:
____________________
30 Ağustos 2019 / Cuma
Zafer Bayramı Kutlaması - Haus 7
30 Ağustos Zafer Bayramı, 30 Ağustos 2019 Cuma günü dernek binamız olan Haus 7’de kutlandı. Tören saat 19:30’da saygı duruşu ve İstiklal Marşıyla başladı. TC Hamburg Başkonsolosu sayın Yonca Sunel’in de katıldığı etkinliğe olan ilgi yoğundu. Falih Rıfkı Atay’ın “Çankaya” kitabından bazı alıntıları içeren “Büyük Taarruza İstanbul’dan Bakarken” adlı kısa film gösteriminin ardından M. Serdar Temur 30 Ağustos Zaferinin “Türkiye Cumhuriyetinin kurtuluşu ve kuruluşundaki önemi” ve bu bağlamda “Yeni Türkiye Cumhuriyeti için öngörülen hedefleri” de içeren bir konuşma yaptı.
Verilen kısa aradan sonra Nazım Hikmet’in Kuvayi Milliye Destanından Üçüncü Bap “Arhaveli İsmail’in Hikayesi” ve Yedinci Bap “Bir Aletle Bir İnsanın Hikayesi”ni bir mizansenle okuyan M. Serdar Temur’a, piyanoda Mete Tiril, sunum ve teknikte Murat Büyükalp (İstasyon Tiyatro Hamburg) eşlik ettiler.
M. Serdar Temur'un 30 Ağustos Zafer Bayramı konuşması için
(bkz.: Basın Açıklamaları)
Foto galeri:
____________________
07 Haziran 2019 / Cuma
19 Mayıs etkinliğimizin gerçekleşmesine katkıda bulunan sponsorlarımıza yemek daveti
19 Mayıs 1919’un 100’üncü yıldönümü etkinliğimizin gerçekleşmesinde derneğimize katkıda bulunan sponsorlarımızı verdikleri destek ve gösterdikleri dayanışmadan ötürü 7 Haziran 2019 Cuma günü saat 20:00’de Am Stadtrand 66, 22047 Hamburg adresinde bulunan Ata Restaurant’ta yemeğe davet ettik.
Foto galeri:
____________________
19 Mayıs 2019 / Pazar
19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı Kutlaması
Kurtuluş Savaşının başlangıcı olan 19 Mayıs 1919, Atatürk’ün Samsun’a ayak basışının 100. Yıl dönümü, Elbe Nehrinde yapılan bir gemi turunda kutlandı.
Arkadan çarklı Mississippi Queen Gemisindeki yaklaşık 500 kişi, saygı duruşu ve İstiklal Marşıyla başlayan törenin ve konuşmaların ardından, yemekli ve canlı müzik eşliğinde anlamlı ve coşkulu bir gün yaşadı. TC Hamburg Muavin Konsolosu Sayın Meral Akbilek Koray da bizlerle birlikteydi.
Hamburg limanından saat 12:00 gibi hareket edildi. Dört saat süren, açık ve güneşli havada geçen bu etkinliğe katılan tüm Türk ve Alman dostlar Wedel Willkommenhöf’te İstiklal Marşının çalınmasıyla duygu yüklü unutulmaz anlar yaşadılar.
M. Serdar Temur'un 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı konuşması için
(bkz.: Basın Açıklamaları)
Foto galeri:
____________________
27 Nisan 2019 / Cumartesi
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı Kutlaması
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramının 99. yıl dönümünü, 27 Nisan 2019 Cumartesi günü Hamburg ve Çevresi Türk Toplumunun öncülüğünde, dokuz dernekle birlikte kutlandı. ADD Hamburg’un güçlü destek verdiği etkinlik, dernek binası Haus 7'nin de içinde bulunduğu August-Lütgens-Park’ta tam bir bayram havasında geçti.
Çocuklar ve aileleri erken saatlerde gelerek hem salondaki etkinlikleri coşkuyla izlediler, hem de güzel bir havada parktaki oyunlarla hoş zaman geçirdiler, çeşitli yiyeceklerin tadına baktılar. ADD Hamburg’un standında kurulan Çarkıfeleğe, orada kazanılan, dağıtılan hediyelere ilgi yüksek oldu.
TC Hamburg Başkonsolosu sayın Yonca Sunel de bu renkli Bayram şenliğinde bizlerle birlikteydi. Alman dostlarımızın, komşularımızın yoğun ilgi gösterdiği kutlama, akşamın geç saatlerine kadar sürdü, yaklaşık 1.500 kişi katıldı.
M. Serdar Temur'un 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı konuşması için
(bkz.: Basın Açıklamaları)
Foto galeri:
____________________
10 Şubat 2019 / Dernek binamız Haus 7’de toplanan Genel Kurulda yeni Yönetim Kurulu seçildi.
Genel Kurulda, önceki yönetim aklanmış ve ardından yeni Yönetim Kurulumuz seçilmiştir. Ardından derneğimizin Almanca adı ‘Verein zur Förderung des Gedankenguts von Atatürk in Hamburg und Umgebung e.V.’ olarak değişmiş ve ayrıca, yine gündemde önceden belirtildiği şekilde tüzüğümüzdeki bazı maddeler okunup, tartışılıp, oylanmış ve kabul edilmiştir.
ADD Hamburg Tüzük için
(bkz.: Hakkımızda / Über uns)
(bkz.: Basın Açıklamaları)
Foto galeri:
____________________
27 Ocak 2019 / Pazar
Aydınlarımızı Anma Toplantısı dernek binamız Haus 7'de yapıldı.
27 Ocak 2019 Pazar günü dernek binamız Haus 7’de katledilen aydınlarımızı anlattık ve andık. Onlar Türk toplumunun nereden nereye sürüklendiğine bakıp, bunun nedenlerini sorgulayan, söylenmeyenleri araştıran, irdeleyen, uyaran, uyandırmak suçunu işleyen aydınlarımızdı. Onlar düşünmek, konuşmak, sormak, sorgulamak suçunu işledikleri için katledildiler.
Bu etkinlik, 18 Mart 2018’de seçilen HADD Yönetim Kurulu üyeleri ve M. Serdar Temur’la birlikte gerçekleştirildi.
Bu arada 10 Şubat 2019 tarihinde yapılacak seçimli Genel Kurul hazırlık çalışmaları ile yine Genel Kurulun görüşüne sunulacak tüzük değişikliği çalışmaları yoğun bir şekilde sürüyordu.
Foto galeri: